Evet, sizi görüyoruz baylar! Halkımız ne güzel söylemiş: Minareyi çalan kılıfını hazırlamalı. Minareyi çalmak istiyorsunuz ama uygun kılıf bulmakta zorlanıyorsunuz.
Minare, bulduğunuz kılıfları oradan buradan patlatıyor. Kıvranıyorsunuz. Yaptığınız işlerin tamamının hukuk dışı olduğunu biliyorsunuz.
O zaman “Jakobenlikse jakobenlik” demeye kadar vardırıyorsunuz. İşte bu bir kılıf patlamasıdır. Eylemlerinizin halktan onay almayacağını biliyorsunuz. Asla hakkınız olmadığını bildiğiniz halde, resmen, uhdenize tevdi edilmiş devlet kurumlarını siyasi hesaplaşma aracı haline getiriyorsunuz. Bürokratsınız ama resmen siyaset yapıyorsunuz. Kurumların itibarını harcıyorsunuz. Partiniz var, onunla mutlu değilsiniz. O bile halktan onay alamıyor. Ne kurumlarınızdan istifa ederek, ne de emekli olduktan sonra yeni parti kurmaya cesaretiniz yok.
Çünkü kurduğunuz partiler buçuklarda kalakalıyor. Çünkü halkta karşılığınız yok. O zaman halksız bir sistemi öngörmek zorundasınız. Onu da çağın gerçekleri dışlıyor. Dımdızlak ortada kalıyorsunuz. Sizi görüyoruz! Görüşmeler, görüşmeler, görüşmeler... Kumpaslar, kumpaslar, kumpaslar...
Elde var sıfır, ya da elde var hukuksuzluk! Bakın! Bütün söylemleriniz savunmaya dönük. Yargılarken bile savunma halindesiniz. En saldırgan biçimde karşınızdakileri suçlarken bile içinizde savunma tortuları birikiyor. Çünkü uygulamakta olduğunuz hukuk değil. Çünkü çıkış noktanız vicdan değil. Hukuksuzluğu vicdanlara kabul ettirmek için dil dökmek zorundasınız. Sütunlar, uygulanmakta olan hukuksuzluğun neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışan içi boş söylemlerle dolu.
-Sizi neden dövüyoruz, okuyun ve anlayın!
-Neden sürekli darbe yapıyoruz, anlayın ve içinize sindirin!
-Neden duyguları bile yasaklıyoruz?
-Neden halkı dışlıyoruz?
-Neden üslubumuz hep tehdit yüklü?
-Neden “Yargılayın ve asın” hukuku işletiyoruz? Tüm bunlar, “Saçma”nın izah çabası... Halkın gözlerine bakıyorsunuz, orada size yönelik en küçük bir güven göremiyorsunuz, yarınınız yok, halkla birlikte yürüme imkanınız yok, bu ülkede ya halkın meşruiyet duygusunu kazanmak, ya da tarihe “despot” diye geçmekten başka çıkar yol bulunmadığını görüyor, tıkanıyorsunuz. Tıkanma bir öz-eleştiriye yol açsa, bir “siyasi tövbe” gerçekleşse, insani bir durum olurdu.
Halk buna belki şefkatiyle bakardı. Ama tıkanmadan halka yönelik öfke çıkıyor, ve duruşunuz daha çok zulme dönüşüyor. Sizi görüyoruz baylar! Eğitimci değilsiniz! Bu millet eğitimciyi tanır ve ona bir harf öğretenin kırk yıl hizmetinde bulunmayı şeref addeder. Hukukçu değilsiniz!
Bu millet, yüz yıllar içinden şeriatın kestiği parmak acımaz inancıyla gelmiştir. Asker değilsiniz! Bu millet, ordusunu Peygamber ocağı olarak görmüş, şehit anası- babası olmanın kolay elde edilemeyecek bir şeref olduğuna inanmıştır. Bu millet, ordu ile halk iradesinin karşı karşıya gelebileceğini aklına bile getirmemiştir. Medya değilsiniz! Medya halkın savunucusudur. Halk adına kamu iradesini denetleyen bir kurumdur. Hukuk dışı arayışlarda kumpasa dahil olan değil. İşadamı değilsiniz!
İş dünyası ülke için değer üretir. Halkı ile barışık olur. Halkı velinimet olarak görür. “Demokrasi olmasaydı şöyle olurdu, demokrasi var, böyle oldu” türünden söylemlerle demokrasi olmayan ülkelere özlem duyup, bu yolda demokrasi dışı arayışlarla kol-kola girmez. Hatta siyasetçi değilsiniz! Meşru siyaset, kurallarına göre yapılır ve halka dayanır.
Halkı cendere içinde tutacak bir yönetim mantığına hizmet eden iş, meşru siyaset değil, başka güç odaklarıyla işbirliği yaparak halkı teslim almaya yönelmiş bir “Sarı siyaset” olur. Sizi görüyoruz baylar! Sizi teşhis etmek için yeterli tecrübemiz var. Boşuna kamuflaj malzemelerine sarılmaya kalkmayın, dımdızlak ortadasınız. Ve hiç de sempatik görünmüyorsunuz!
Bugün, 14 Haziran 2008
|