Yukarıdaki sözün manası, aslında çok etraflıdır. Teferruata girmeden, (muhtasar şekilde) ifade edilecek olursa; bu deyiş, geçmişte yapılan yanlışların, yahut zamanında gerçekleştirilemeyen doğruların, genel gerekçesi veya mazeretini anlatmak içindir...
Gençlik; bilgisizlik, tecrübesizlik, heyecan... İnsanlar bazen erken yaşlarda bu etkenler sebebiyle hata yaparlar. Hatta sık sık hata yapabilirler. Hatta vahim hatalar yapabilirler. Yaşı ilerlediğinde, geçmişte yapmış oldukları hataların farkına varırlar, hatta bunu itiraf da ederler ama; işten geçmiştir artık! Meseleyi son günlerdeki emekli paşaların bazı itiraflarına getireceğimi anladınız herhalde... Lakin bu paşalarımızın, bugün hata olarak kabul ettikleri ve pişmanlık duyduklarını da, ifadeleriyle ortaya koydukları yanlış veya doğru olmayan veya devlet yönetimi açısından basiretli olmayan; bu yüzden de sonuçları ağır olan eylemleri gerçekleştirirken; pek de genç ve tecrübesiz olmadıkları bir hakikat değil midir?
Bugün 90 yaşında olan Sayın Kenan Evren; 1980’de, “Kürtçe konuşmak yasaktır...” kararının altına imza atarken, 63 yaşında idi. Şimdi hata yapmışız diyor... Türk Silahlı Kuvvetlerindeki en önemli ikinci görevi üstlenmiş olan Emekli Org. Aytaç Yalman, 65 yaşlarında iken şu itirafta bulunuyor: “Oysa bizler o dönemde ‘Kürtler yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri Türklerin bir kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir gibi laflar dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz...” Hatadan dönmek ve hata yaptığını kabul etmek bir erdemdir.
Lakin meselenin vahameti ve yıkıcı sonuçları, hataların itirafıyla ortadan kalkmıyor tabii! Düşünün bu itiraflar, devlette en önemli görevleri üstlenmiş kişilerden geliyor. 1806-1808 tarihindeki Baban Aşireti, Abdurrahman Paşa İsyanı ile gündeme açıkça gelen Kürt meselesi tam iki yüz yıllık bir geçmişe sahiptir. İngilizlerin Musul meselesini kendi lehlerine kolayca halletmek için; etkili biçimde destek verdikleri ve Kürt Teali Cemiyeti ile Azadi örgütünün başrol oynadığı ama; adına “Şeyh Sait İsyanı” denilen büyük kalkışma, bundan 82 sene evvel, yani 1925’te cereyan etti. 1937 Dersim İsyanı’nın üzerinden tam yetmiş yıl geçmiş...
Ülke topraklarında Kürtçülüğün siyasi tohumlarının tehlikeli biçimde ekilmeye başladığı yıl, Mustafa Barzani’nin, 11 yıllık sürgünden sonra Moskova’dan Irak’a döndüğü 1958 yılıdır. Yani yarım asır öncedir. PKK’nın bölücü örgüt olarak sahneye çıkışı ve terör ve tedhiş ile memleketin bir bölgesini ateşe vermesinin üzerinden 32 sene geçmiş.
Aytaç Yalman’ın İkinci Ordu Komutanı olarak görev yaptığı 1998 yılı itibariyle; Batılı Kürdoloji Enstitülerinde, Kürt meselesi ile ilgili olarak yazılan doktora tezlerinin sayısı 386 (Yazıyla üç yüz seksen altı)dır. Bunların iki yüzden fazlasını Ermeniler yazmıştır... Fakat heyhat, PKK’nın asker ve sivil halka yönelik kitlesel eylemleri başlattığı 1984 yılından 1999’a kadar, Türkiye’de bu konuda yapılan bilimsel çalışma; sadece üç tane yüksek lisans ve bir adet de doktora tezinden ibarettir!..
Şimdi hep beraber düşünelim ve soralım: Ey bu devletin riyaset ve siyaset makamında oturmuş olanlar! Ey bu vatanın geleceğini ve güvenliğini düşünmek ve planlamakla görevli strateji uzmanları! Ey bu ülkenin entelijansiyası! Tam iki yüz yıl boyunca ne yaptınız? Neredeyse bütün dünyanın parmak attığı, üzerinde bunca kafa yorulan ve ürkütücü boyutlarda maddi ve lojistik destek verilen; ülkemizin bütünlüğünü doğrudan hedef almış bu korkunç gerçeği inkâr etmekle, yok saymakla, pislikleri halının altına süpürmekle; nereye kadar gidebileceğinizi düşünüyordunuz?
Soruları uzatmanın faydasız olduğunu biliyoruz. Zaten devlet ricalinin, bu yazıyı okuyacak kadar boş vakti de yoktur!..
Ama her şeye rağmen, yaşını başını almış emekli paşalarımızın; mazide yaptıkları hataları veya yapamadıkları doğru işleri, bugün itiraf etmelerini olumlu bir gelişme olarak kabul edelim... Fakat unutmayalım: temel ve hayati yanlış; bu meselenin on yıllarca cihet-i askeriyenin inhisarında kalmış olmasıdır! Bugün dahi durum fazlaca değişmiş değildir. O halde yeni bir başlangıç yapılacaksa şayet; tam ve doğru biçimde yapılmalıdır. Bu çerçevede Sayın Deniz Baykal’ın Kuzey Irak ile ilgili tekliflerini; “Şimdiye kadar neredeydiniz?!” diyerek geri çevirme lüksümüz de yoktur. Tam tersine bu gibi tekliflere kapılarımızı ve kafalarımızı açarak; milli bütünlüğümüzü tehdit eden bir fitneye ve ondan beslenerek masum halkımızın can ve malına kasteden terör belasına, acil ve köklü çareler üretmeye çalışalım.
Türkiye, 11.11.2007
|