Anayasa taslağının en tartışmalı maddelerinden birinin de zorunlu din dersinin kaldırılması olacağı görülüyor.
Bu nokta Ak Parti içinde de hararetli tartışmalara ve belki de ayrışmaya neden olacak. Din dersinin zorunlu kalmasını isteyenler yıllardır söylediklerini tekrar edecek; bizdeki bu dersin müslümanlık öğretilen bir ders değil, dinler tarihi dersi olduğu söyleyecek ama doğrusu hiç de inandırıcı olmayacaklar. (...) Öte yandan zorunluluğun kalmasını savunanlar da laik bir düzende devlet okullarında din dersinin zorunlu oluşunun devletin dinler karşısında tarafsız olması ilkesine aykırı olduğunu söyleyecek ve haklı olacaklar.
Ama onlar da eksik söylemiş olacak! Çünkü laik devletin din eğitimi konusundaki tutumunun tek değil iki ayağı vardır: Laik devlet sadece zorunlu din dersini yasaklamakla yetinemez. O aynı zamanda anne babaların, çocuklarına istedikleri yaşta ve istedikleri tarzda din eğitimi yaptırma özgürlüğünü de güvence altına almakla yükümlüdür. Okullarda zorunlu din dersine karşı çıkmakla, ailenin çocuğuna istediği din eğitimini verme hakkını savunmak aynı politikanın iki ayrı yüzüdür; birbirini tamamlayan politikalardır. Ancak ikisi birden savunulduğunda tutarlı, haklı, adil ve laik olunabilir. Bu ikisinden sadece birini savunan, hangi parçasını savunursa savunsun, laikliği anlamamış demektir. Ama şimdi Ak Parti kalkıp din eğitimi konusunu bu iki politikayı da içeren bir paket olarak ortaya getirse; bir yandan din dersini zorunlu ders olmaktan çıkarırken bir yandan da sivil toplumun kendi imkanlarıyla ve kendi ihtiyaçlarına göre ortaya çıkaracağı çeşitli kurumlarda din eğitimi yapılmasına olanak veren bir düzenleme yapsa; mesela ailelerin çocuklarını zorunlu ilköğretimi bitirene kadar Kur’an kurslarına göndermelerini yasaklayan uygulamayı iptal etse yer yerinden oynar. Şimdi zorunlu din dersinin kaldırılmasını savunurken, “devletin din eğitiminden elini tamamen çekmesini” isteyenler, o zaman “Devlet din eğitimini nasıl böyle başıboş bırakır; minicik çocukları nasıl yobazların eline teslim eder” diye bağırmaya başlarlar.
O yüzden de biz bu tartışmayı bir türlü sağlıklı bir zeminde yürütemeyiz.
* * *
Konuya laiklik açısından bakıldığında durum böyle. Ama bir de eğitim sistemi açısından bakarsak, durum daha da kötü ve anlaşmak çok daha zor.
Çünkü eğitim sistemi açısından baktığımızda, sadece din dersinin değil, bütün derslerin zorunlu olmasına karşı çıkmak lazım. Evet, aslına bakarsanız, sadece din dersinin değil, hiçbir dersin zorunlu olmaması; bir başka deyişle tek tip müfredatın kaldırılmasıdır doğru olan. Bundan seksen yıl önce biçilen eğitim modelinin artık Türkiye’ye dar geldiğini görmek, Tevhid-i Tedrisat’ı tartışmaya açmaktır asıl yapılması gereken. Toplumsal taleplere bağlı olarak, yine toplum tarafından yaratılacak her türlü okul modeline ve her türlü müfredata açık, toplumsal çeşitliliğe cevap verebilecek bir modelin yaratılmasına kafa yormaktır. Otuzların Türkiye’sinde herkesin ayağına bir Beykoz kundura giydirebilmek Cumhuriyetin başarısıydı. Ama bugün nasıl herkese Beykoz kundura giydiremezseniz, herkesi ayni tip okula da dolduramazsınız, doldurmamalısınız. Toplumlar geliştikçe ihtiyaçları, talepleri ve özlemleri de çeşitlenir. Eğer siz böyle bir toplumu, merkezi olarak belirlenmiş katı müfredatlara sahip ve bütünüyle devletin kontrolünde olan bir eğitim modeli içine zorla sokmaya çalışırsanız, her gün yeni bir dikiş patlar ve siz dikişi atan yerleri tamir etmeyle baş edemezsiniz. Ama tabii, biz hâlâ ve bütün enerjimizle yılın 365 günü laiklik tartıştığımızdan, böyle konuları tartışmak bir türlü “fantezi” olmaktan çıkamıyor. Hani bari onu doğru dürüst yapsak...
Onu da beceremiyor, bir kısır döngü içinde aynı lafları tekrar ede ede dönüp duruyoruz.
Bugün, 28 Eylül 2007
|