27 Nisan’ın sivil siyaseti hedeflemiş bir “muhtıra” olduğu genel kabul gören bir görüştür. İnternet sitesine düştüğü günden bu yana Genelkurmay canibinden hiçbir açıklama yapılmadı. Bu, “muhtıra”yla ilgili çok sayıda istifhama yol açmaktadır.
İster sistem içinde “fiili durum yaratan korsan bir bildiri” olsun, ister emir komuta zinciri içinde verilmiş olsun; stili dolayısıyla 28 Şubat modunda, hatta 28 Şubat’ın devamı postmodern bir müdahaledir. Belki pek de uzak olmayan bir gelecekte bu muhtıra hakkında daha net bilgilere sahip olacağız. Görünen şu ki; muhtıranın önemli amaçları vardır.
27 Nisan’ın üç karakteristik özelliğinin olduğu söylenebilir: 1) Belli bir zamana yayılmayı amaçlayan bir projedir; 2) 28 Şubat’taki gibi toplumsal boyutu olan bir mühendisliktir; 3) Oyun kurucuları, bir koalisyon içinde ve kendi aralarında işbölümü yaparak bir araya gelmiş bulunmaktadır.
Oyun kurucuları ve oyuncuları: 1) Askerlerin içinde ve derin katlarda duran gruplar bu oyun kurucular arasında önemli yer almaktadır. 2) “Sosyal demokrasi” kavramını Türkiye siyasetine “sosyal darbecilik” olarak anlayan CHP; 3) Bazı Alevi dernekleri; 4) Medyada ve sözde STK’lardaki uzantılarıyla ulusalcı gruplar.
Sürecin başrol oyuncuları, yardımcı rollerde yer almak üzere milliyetçi grupları, bu arada DYP ve Anavatan’ı provoke etmeyi denediler. Milliyetçilerin adresi olan MHP’nin kolaylıkla bu oyunda yer alacağı düşünülemez, şimdiye kadar da almamıştır. Çünkü bağımsız bir siyasi entite olarak zaten vardır, seçmen nezdindeki durumu diğerlerine oranla ‘daha iyi’dir. Demokrasi ilkelerine bağlılık ve demokrat tutumla ne derece uyuştuğu tartışmalı olsa da, oyunun ilk sahnelerinde, yani cumhurbaşkanlığı seçiminde DYP ve Anavatan rol almış gibi davranmışlarsa da, sonuna kadar bu oyun içinde ‘yardımcı roller’ almayacakları anlaşılmıştır. DP çatısı altında birleşmeleri, konjonktürden azami ölçüde yararlanmayı amaçlayan rasyonel bir adım olmuştur.
Söz konusu “ulusalcı gruplar”ın büyük ölçüde eski komünistlerden, şiddet yanlısı sol örgütler içinde yer almış militanlardan oluştuğunu söylemek mümkün. Belli başlı ideolojik donanımları Stalinizm ve Maoculuk’tur. Bunlar 1970’lerde siyasi mücadelenin bir iç savaşa dönüşmesinde önemli rol oynamışlardı. Kemalizm’le ilişkileri Stalinizm’in ve Mao “kışla komünizmi”nin kurtarıcı -ki o yıllarda Sovyet yanlıları, Maocuları ‘sosyal faşist’ olarak suçluyorlardı- aydın despotizmi şeklinde formüle edilen 1950 sonrası Kemalist paradigmaya çok uygundur, bu yüzden eski komünistler ve solcular kolayca Kemalist olabiliyorlar. Bu aydınlanmacı despotizm, YÖN hareketiyle bütünleşerek “ordu-üniversite-aydın ittifakı” zeminine dayanmaktadır.
Amaçlar: Muhtıra, çok önceden güzergâhları çizilen mitinglerle belli bir “toplumsal desteği” arkasına almayı hedefleyerek “laik-anti laik kutuplaşması” ekseninde korku salmak, öfke biriktirip öfkeyi nefrete dönüştürmek ve bu nefret üzerinden ‘yarı askerî rejim’ içinde kontrol mekanizmalarını ele geçirmek istemektedir. Deniz Baykal’ın 4,5 yıllık AKP iktidarı döneminde sosyal ve iktisadi politikaları önemsemeyip, sadece ve sadece laikliğe ve cumhuriyete vurgu yapması tesadüfi değildir.
Türkiye, AB üyelik süreciyle “bölgesel”; dışa açılan politikalar ve bağlantılarıyla “küresel süreç”e girmiş bulunmaktadır. Bu aşamadan sonra Türkiye’nin bu iki süreçten köklü bir biçimde kopması çok zor görünmektedir. 27 Nisan süreci, yöneldiği hedefler bakımından 1) Türkiye’yi AB sürecinden koparmak isteyen, AB sürecinin Türkiye’yi parçalamayı hedefleyen bir süreç olduğunu iddia eden söylemi teyid etmektedir; 2) Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif rol oynamasının önüne geçmek istemektedir. 3) Bu iki gerekçeye dayanarak, “cumhuriyetin tasfiye edilmek istendiği”ni öne sürenler, bu iki süreci durdurmayı başardıkları takdirde içeride kaybettikleri zemini (iktisadi, siyasi ve sosyal) yeniden kazanabileceklerini düşünmektedirler. Pekiyi, bu o kadar kolay mı? Bu, 27 Nisancıların zamirinde, zihinlerinin derinliklerinde koskoca bir soru olarak ortada durmaktadır.
Zaman, 6.5.2007
|