Türkiye’yi önümüzdeki 5 yılda hangi politik aktörlerin hangi sistemle geleceğe taşıyacağına ilişkin projeler üzerinde çalışmalar başlamış durumda. Hangi sistem ya da model Türkiye’de süratle tıkanmaya doğru giden rejimi yeniden işler hale getirmek için tartışılırsa tartışılsın, önerilirse önerilirsin, açığa çıkan en yalın gerçek; 12 Eylül’ün Türkiye için öngördüğü otoriter, devlet merkezli, kuşatıcı modelin bizzat Anayasa’nın çözüm üretemeyen niteliğiyle çöktüğüdür. 12 Eylül’ün ürettiği, yurttaşların en mahrem alanlarını dahi gözetlemeyi dert edinmiş anayasası Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin toplantı yeter sayısına dair net bir düzenleme yapamamışsa, 12 Eylül rejiminin anayasal uzantılarının toplumsal pratiklere ve taleplere yanıt veremediği, bu nedenle anayasanın meşruluğunun da topyekün tükenmiş olduğudur.
Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle, sistem tasarımına yönelik olarak Anayasa’da yapılabilecek yüzeysel değişiklikler sistemin ağır aksak işlemesine yol açabilir. Mevcut halindeki tartışmalı hükümleriyle Silahlı Kuvvetlerin sisteme müdahalesine fırsat tanıyan anayasa değiştirilerek, bu kapılar kapatılmalıdır. Çünkü, bu haliyle siyasetin tabiileşmesine, demokratikleşmesine hizmet etmiyor. Fakat asıl sorunun sistemin yurttaş taleplerini topyekun karşılaması olduğunu hatırlarsak, önümüzdeki seçimlerin ardından oluşacak yeni parlamentonun 12 Eylül anayasasının yerine demokratik, katılımcı, çağdaş bir anayasa için mesai harcaması kaçınılmaz görünüyor.
Yeni Şafak, 3.5.2007
|