28 Şubat’ın onuncu yılında Genelkurmay’ın gazetecilerle ilgili “akreditasyon” listesi ve medya değerlendirmesini içeren “yeni andıç”, Nokta dergisi tarafından “atlatma” bir haber olarak duyuruldu.(...)
Genelkurmay’ın çalışması, 1997 yılında başlatılan, medyada “güvenilirlik” uygulamasının, “Akredite Basın ve Yayın Organları Yeniden Değerlendirmesi” adıyla günümüzde de sürdüğünü gösteriyor. Askerler bir “iç hizmet” belgesi olarak gazetecileri Silahlı Kuvvetler yanlısı-karşıtı diye sınıflandırırken, Ocak-Eylül 2006 arasında yayımlanan haber ve yorumları esas almışlar. Artı ve eksi diye not vermişler.
Bu değerlendirmeye göre, Şemdinli’deki bombalama olayından sonra TSK’yı eleştirmek “andıçlanmak” için yeterli bir neden. Ya da askerin siyasete müdahalesine, askeri darbelere karşı olmak, Genelkurmay’ın “sakıncalılar” listesine dahil edilmeniz yargısını doğurabiliyor.
Böylesine ayrımcı bir bakış açısı ancak “andıçlı demokrasiler”de görülebilir.
28 Şubatların, 12 Eylüllerin geride kaldığını düşünürken, Genelkurmay’ın on yıl önceki “akreditasyon” notlarını güncelleme ihtiyacı duyması, demokrasinin geleceği adına düşündürücü, kaygı vericidir. ABD’de Mc Carty döneminde aydınlara karşı başlatılan tasfiyeciliğin gerekçesi “komünizm”di. Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü 1960-70’li yıllarda, 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül darbesinde sıkıyönetim mahkemeleri Türkiye’de pek çok insanın hayatını “emir-komuta” zincirinde hazırlanmış iddianameler yoluyla kararttı.
“Postmodern” darbe olarak anılan 28 Şubat sürecinde Şemdin Sakık’ın itirafları arasına eklenen “gerçek dışı” ifadelerle gazeteciler işlerinden oldular. İHD Başkanı Akın Birdal suikasta uğradı.
Andıç uygulamasıyla o zaman tanışmıştık!
Milliyet’te Genel Yayın Yönetmeni olduğum sırada 11 gazetecinin yazıları “kırmızı çizgi”yle not edilmiş ve bir dosya halinde iletilmişti.
Yayın politikamızdan ödün vermedik.(...)
Andıçta ismimizi görünce Şemdinli nedeniyle “bağımsız yargı”ya neden baskı yapıldığını daha iyi kavrıyoruz!
Milliyet, 9 Mart 2007
|