(...) Ben kendi payıma, limanların hemen Ek Protokol’un imzalanmasının ertesinde açılmasının daha doğru olduğunu, 1997’ye kadar açık tutulması Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanımak anlamına gelmediyse, bu defa da gelmeyeceğini; kaldı ki, üyesi olmak istediğimiz bir kulübün 25 üyesinden birini tanımadan bu yolda çok uzun süre ilerleyemeyeceğimizi savundum.
Hükümetin izlediği politikayı bu ölçüde esnetmesi mümkün olmadıysa da son dakikada yaptığı atakla “çözüm yanlısı” imajını daha kuvvetlendirerek, AB içinde Türkiye’nin müttefiki olan ülkelerin elini güçlendirdi.
Daha şimdiden görünen o ki, önümüzdeki dönemde, Avrupa Birliği içinde “verilen sözlerin tutulması” gerektiğine inananların ağırlığı artacak ve izolasyonların kaldırılması yönünde bazı adımlar atılacak. Ve tabii bu da hükümetin Kıbrıs politikasını daha da esnetebilmesi için uygun zemin yaratacak. Ama ben yine de, Kıbrıs meselesinin köklü çözümünün 2007’deki seçimden sonra gelecek yeni meclise kalacağını düşünüyorum. Zira bu alanda çözümün önüne dikilen “devlet politikalarını” değiştirmek, halktan yeni temsil yetkisi almış, taze hükümetlerin çok daha rahat başarabileceği bir iş.
Artık yeni bir dönemin başındayız. Hükümetin yüzünü içeri döneceği, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler için çalışmaya yoğunlaşacağı bir dönem bekliyor politikayı. Ama bu dönem boyunca yapabileceği öyle işler var ki hükümetin, bu konularda attığı her adımla hem halkın desteğini arttırabilir; hem de Avrupa’nın beklentilerini karşılayarak AB içindeki durumumuzu güçlendirebilir. Ne mi? 301. madde mesela... Bekleyen demokratik reformlar için yeni bir şevkle atağa kalkmak, hükümetin yapabileceği en etkili seçim yatırımıdır.
Bugün, 15 Aralık 2006
|