İngiliz filozofu William Godwin (ö. 1836) bir keresinde şöyle yazmıştı: Eğitim gibi güçlü bir mekanizmayı ne olduğu apaçık belli olan bir kurumun yönetimi altına koymadan önce, ne yaptığımızı çok iyi düşünmemiz gerekir. Devlet onu kendi elini güçlendirmek ve kendi kurumlarını idame ettirmek için kullanmaktan geri durmayacaktır.
Zaman Godwin’in endişesini haklı çıkarmıştır. Onun sözünü ettiği o ‘ne olduğu belli olan’ devlet bizim bildiğimiz ‘ulus-devlet’tir. Nitekim ulus-devletin elinde eğitim devlet okulları aracılığıyla yürütülen bir endoktrinasyon mekanizmasına dönüşmüş bulunuyor.
Günümüz dünyasında eğitim sisteminin temelini devlet okulları oluşturmaktadır. Biz ‘modernler’e olağan gelse de aslında bu sistem insanlık tarihinde oldukça yenidir. Eskiden eğitim devletin bir fonksiyonu olarak görülmüyor ve esas itibariyle aileler, hayır kurumları ve dini organizasyonlar tarafından yerine getiriliyordu. Standart bir müfredatı, yöntemi ve personeli olan ve tek bir merkezden yürürtülen bir devlet faaliyeti olarak eğitim modern devletin bir icadıdır.
Böyle yapılmış olmasının amacı tamamen ideolojiktir: Kişileri ve grupları kendi olmak istediklerinden ve diğer kimliklerinden soyutlayıp aslî ve en üstün aidiyet referansı olarak tasarlanan devlete boyun eğdirmek. Bunun için elbette, kendisini, ancak bir devletin ‘yurttaş’ı olarak gören ‘tip insanlar’ın yaratılmasına ihtiyaç vardı. Bu da ancak zorunlu eğitime dayalı devlet okulları sistemiyle gerçekleştirilebilirdi. Onun için ilköğretimin zorunlu ve devlet okullarında parasız olmasının devletin bize karşı olan hayırhahlığından kaynaklandığını sanırsak aldanmış oluruz.
Resmî eğitimin işlevi öğrencilere -ve onların ailelerine- hizmet etmek olmayıp, onları standardize etmek, düzene uydurmak ve gözetim altında tutmaktır. Kamu eğitimi aynı zamanda ailelere güvensizliği besleyen ve herkes için en iyi tek bir değerler sisteminin bulunduğunu ve bunu da ancak devletin belirleyebileceğini varsayan bir sistemdir. Kısacası, modern devlette eğitim kaçınılmaz olarak ideolojik bir faaliyettir.
Resmî eğitim yoluyla başlıca şu fikirler aşılanmaktadır:
1- Toplumsal varoluş ancak devletle mümkündür. Devletsizlik bir felakettir. Onun için, en temel kamusal görev ‘devletin idame ettirilmesi’dir.
2- Devlet esas olarak hayırhah bir kurumdur; her zaman toplumun iyiliğini gözetir. 3 ‘Biz’ devletiz, devlet ‘biziz’. ‘Bizim Devletimiz’ en iyisidir.
4- Dolayısıyla devlete (‘Devletimiz’e) sadakat ve itaat bir erdemdir. ‘Geleneksel’ sadakat biçimleri ve onlara bağlı kurumlar ‘geri’ ve ‘ilkel’dir.
5- Sadece itaat değil, ‘Devletimiz’ için ölmemiz de bir erdemdir. En büyük kötülük ise devlete ihanettir.
6- ‘Hukuk’, varlığını devlete borçlu olduğumuz bir ‘nimet’dir ve amacı da vatandaşların devlete karşı ödevlerini belirlemektir.
7- Özel alanda ‘kötü’ olan devletleşince ‘iyi’ye dönüşür. Onun için devletin memurları ‘kamu görevlileri’dir; yani özel kişilerden farklı olarak, onlar kamu yararı için çalışırlar.
8- Kamu yararı esas olarak devletin ‘kamu yararı’ olduğunu söylediği şeydir.
Dikkat ederseniz, bu fikirlerin hepsi vatandaşların devlet-toplum-birey ilişkilerini devletin istediği şekilde görmelerini garanti etmeye ve böylelikle onları daha kolay yönetilebilir hale getirmeye yarar.
Star, 16.11.2006
|