|
|
|
Ne kadrolaşması... Onu da Sayın Çelik atadı! |
Talim Terbiye Kurulu Başkanı İrfan Erdoğan…
Yani göreve, bizzat Milli Eğitim Bakanı’nın getirdiği İrfan Erdoğan, “katsayı adaletsizliğini” savunuyordu!..
Katsayı eşitsizliğini giderecek bir karar almanın, “Türkiye’yi 20 yıl geriye götüreceğinden” bahsederek, bu konuda sessiz kalmayacağını söylüyordu!..
Yazan kartelse, “Yalan olabilir” diyorsunuz, haliyle.
Saptırılmış olabilir…
Öyle ya…
Milli Eğitim Bakanı’nın birkaç ay önce atadığı bir bürokrat, Bakan’ın “haksızlık olarak” nitelendirdiği ve “mutlaka giderilmesi gerekir” dediği bir uygulamayı savunur, sahiplenir miydi?..
Ya da sahiplenebilir miydi?..
Maalesef…
Haber yalan değilmiş!..
Başkent Öğretmenevi’nde Şura Genel Sekreterliği için ayrılan odaya girdiğimizde, Eğitim Bir Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu, Sendika Genel Sekreteri Halil Etyemez ve Talim Terbiye Kurulu Başkanı İrfan Erdoğan’ı bir arada bulunca…
Şöyle bir oturup sorduk:
“Katsayı eşitsizliğini gidermenin ülkeyi 20 yıl geriye götüreceğini, böyle bir önergenin kabul edilmesine karşı olduğunuzu söylediniz mi?..”
Zor durumda mıydı, neydi.
Önce bir bekledi…Yuttu, yutkundu…
“Unuttum” dedi.
Neyi?..
“Hatırlamıyorum ne dediğimi?..”
Sonra… Konuşma uzayınca…
Gündoğdu da, “Eğer, bunları söylemediyseniz, katsayı eşitsizliğini bir Milli Eğitim bürokratı olarak savunmadıysanız, gazeteye (kartel gazetesine) tekzip göndermeniz gerekir” diye üsteleyince…
Milli Eğitim Bakanı’nın atadığı Talim Terbiye Kurulu Başkanı, çok açık ifadelerle, “katsayı eşitsizliğini” savundu.
Bir de…
Bu tür teklifleri gündeme getirenlerin ortalığı gerdiğini filan öne sürünce…
Ahmet Gündoğdu’nun tepkisiyle karşılaştı.
Kurul Başkanı’na, 28 Şubat zihniyetinin ürünü olan bir haksızlığı savunmanın “hiç de şık bir tutum” olmadığını gayet nazik ifadelerle hatırlattı, Gündoğdu.
“Bizim çalışmalarımızı bu şekilde değerlendirmeniz, taleplerimizin ülkeyi 20 yıl geriye götüreceğini savunmanız, bilimsel çalışmalarımıza ve şura üyelerinin iradelerine saygısızlık değil mi” diye de yüklendi…
(...)
Ha bir de…
(Erdoğan) “Sayın Bakan ve kamuoyu, bu katsayı meselesine ilişkin görüşlerimi öteden beri biliyor” dedi.
Aman ne muhabbet!..
•
Yaklaşık bir buçuk saatlik bir süreci, şöyle ana hatları ile ifade ettikten sonra…
Gelelim, esasa…
Talim Terbiye Kurulu Başkanı Erdoğan, kendisini atayan Sayın Bakan’a resmen “mesaj göndermiş oluyor” bu çıkışıyla…
Kartel üzerinden, “katsayı meselesine ilişkin görüşlerinize karşıyım” mesajı!..
Eğer Bakan, katsayı uygulamasının bir zulüm olduğunu söylüyorsa…
Katsayı eşitsizliğini gidermenin önemine dikkat çekiyorsa…
Eşitsizliği şu ana kadar giderememiş olmalarının bu işten vazgeçtikleri anlamına gelmediğini ısrarla vurguluyorsa…
Bakan bütün bunları ifade ederken…
Kendi atadığı Talim Terbiye Kurulu Başkanı, “Eğitimdeki katsayı adaletsizliğini gidermeye matuf bir önergenin kabul edilmesi halinde, Türkiye’nin 20 yıl geriye gideceğini” filan söylüyorsa…
Yani…
Zımnen, Sayın Bakan’ın Türkiye’yi 20 yıl geriye götürmeye dönük düşünceler içinde olduğunu, en azından bu düşüncelere karşı çıkmadığını öne sürüyorsa…
Mesajın adresi bellidir!..
Aslında…
Ben de,
“Benimsemediğiniz bir yerde, Kurul Başkanı olarak göreve devam etmeniz ne derece uygun” diye sordum, Sayın Başkan’a…
Sadece…
“İstifayı düşünmediğini” söylemekle yetindi…
Hatta “Aslında, ‘istifayı düşünmüyorum’ demek bile çok yanlış” dedi.
Aman ne muhabbet!..
•
Tabii.. Yazının bu son bölümünde bir hakkı da teslim etmek gerekiyor…
Kartel gazeteleri, DEHAP, CHP filan…
Milli Eğitim Bakanı’nı “kadrolaşmakla” suçluyorlar ya… Bu olay da gösterdi ki…
Hepsi iftira!..
Kadrolaşsaydı, “katsayı eşitsizliğinden yana” olanlarla çalışır mıydı?..
Hiç!..
Vakit, 16.11. 2006
|
Serdar ARSEVEN
17.11.2006
|
|
|
Medeniyetler komedisi |
‘Medeniyetler çatışması’ masalına karşı icat edilen (‘medeniyetler diyaloğu’ çabaları çerçevesinde oluşturulan) ‘Medeniyetler İttifakı’ inisiyatifinin son toplantısı geçtiğimiz günlerde, İstanbul’da yapıldı. Bilmeyen veya daha önce ilgilenmemiş olan varsa, hatırlatalım, ‘Medeniyetler İttifakı’, Türkiye ve İspanya’nın başbakanlar düzeyinde öncülük ettiği ve BM desteğinde oluşturulan bir inisiyatif.
Bu proje kapsamında bir ‘akil adamlar’ veya diğer bir deyimle ‘yüksek düzeyli grup’ toplantılar, çalışmalar yapıyor, raporlar hazırlıyor. Bu son toplantıda hazırlanan rapor Kofi Annan’a sunuluyor. İsrail, Lübnan’a 33 gün boyunca bomba yağdırırken sesi çıkamayan, kınama kararı alamayan, sonra Beyrut’ta bombalanmış mahalleden yuhalanarak kovulan Kofi Annan var ya, o, Medeniyetler İttifakı’nın katkı sunacak, değerlendirme makamındaki kişi, gerisini siz hesap edin.
Medeniyetler Diyaloğu/Buluşması/İttifakı/vb. adına bu kaçıncı ‘müsamere’ hatırlamıyorum, ama her sefer altını çizmeye çalışıyorum. Dünya çapında ve özellikle Ortadoğu’daki gerilim ve çatışmaların nedeni medeniyetler çatışması değil ki, çözümü, çaresi medeniyetler ittifakı olsun. Hadi anlıyoruz, böyle bir müsamere tertip edildikten sonra, bir Müslüman ülkenin başbakanı olmazlanamaz, ‘Yok, benim aklım yatmadı’ diyemez, mazallah adamı köktendinci ilan ederler. Yani bu müsamere şöyle veya böyle devam edecek, Türkiye, şu veya bu düzeyde bu müsamerede yer alacak. Ama bundan bir adım ötede, bu çabanın samimiyetine veya tesirine inananın aklına şaşarım.
Bu inisiyatifin ‘akil adamlar’ grubunun mensuplarının da, şahsen ne kadar ‘akil’ olduklarını bilemem de, yaptıkları işin ‘akil’ olmadığı kesin. Ayrıca, koskoca İslam coğrafyasında, dünya çapında, medeniyetleri barıştırma düzeyinde yüklü bir işin omuzlarına yüklendiği akil adamların listesi de son derece tuhaf; mesela birisi Katar Emiri’nin eşi, öbürü Fas Kralı’nın danışmanı. İslam dünyasının akil adamı olarak ilk 20’ye girenler bunlar ise, boşuna uğraşmasınlar bıraksınlar dağınık kalsın, zaten söz konusu olan ciddiye alınacak bir medeniyet dünyası yok demektir.
Lütfen ciddi olalım, çatışma ve gerilimin söz konusu olduğu alanda oluk oluk kan akıyor, iyiye gidişe dair hiçbir işaret yok. Afganistan, Irak, Filistin ortada, Lübnan’da ateşkes pamuk ipliğine bağlı, mevcut hükümetin dörtte biri istifa etti, Hizbullah’ın önderliğindeki koalisyon ile karşıtları arasındaki ipler her gün daha fazla geriliyor. Bunların çıkış ve gelişme nedeni dini hoşgörüsüzlük veya ‘aşırılık’ mı? Bir ülkeyi işgal etmek aşırılık değil, direnmek ‘aşırılık’ öyle mi? Buna inansa inansa Katar Emiri’nin karısı inanır. İran’a ilişkin gerilimin nedeni aşırılık mı? Bugüne kadar nükleer silahlar bir yana, en büyüğünü yani atom bombasını kitleler üzerinde uygulamak aşırılığını göstermiş tek ülke var, hangisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Hal böyleyken, akil adamlar grubu, aşırıkları engellemek için bir şey yapmak istiyorsa, bir zahmet raporuna bunları eklesin.
Daha önceki müsamerelerde, Irak’ta olanların adı anılmıyordu, bu son toplantıdaki raporda ‘açıkça zikredilmese’ de, Bush yönetimine yönelik ‘Müslüman ülkelere askeri müdahalelerini durdur’ uyarısı yer alıyormuş. Aman ne cesur bir adım. Onlar ‘açıkça zikredemeyene’ ama ima edene kadar, Amerikan halkı bu uyarıyı yaptı. Ayrıca, ABD’nin dış politikasının iflas ettiğini, gerilim ve çatışmaları azdırdığını itiraf etmeyen kalmadı, neredeyse Bush açıklayacak, akil adamlar hâlâ, kem küm etmekle meşguller. Kısacası, bu komediyi, istiyorlarsa ve neden devam ettiriyorlarsa ettirsinler, ama essahtan bir şey yapıyormuş gibi takdim etmesinler, çünkü bir noktadan sonra işin tadı kaçıyor. Olay sadece komik değil, Ortadoğu’da devam eden insanlık trajedisinin ölçeğiyle alay edercesine, çirkin ve rencide edici görünüyor.
Radikal, 16.11.2006
|
Nuray MERT
17.11.2006
|
|
|
Eğitim ve ideoloji |
İngiliz filozofu William Godwin (ö. 1836) bir keresinde şöyle yazmıştı: Eğitim gibi güçlü bir mekanizmayı ne olduğu apaçık belli olan bir kurumun yönetimi altına koymadan önce, ne yaptığımızı çok iyi düşünmemiz gerekir. Devlet onu kendi elini güçlendirmek ve kendi kurumlarını idame ettirmek için kullanmaktan geri durmayacaktır.
Zaman Godwin’in endişesini haklı çıkarmıştır. Onun sözünü ettiği o ‘ne olduğu belli olan’ devlet bizim bildiğimiz ‘ulus-devlet’tir. Nitekim ulus-devletin elinde eğitim devlet okulları aracılığıyla yürütülen bir endoktrinasyon mekanizmasına dönüşmüş bulunuyor.
Günümüz dünyasında eğitim sisteminin temelini devlet okulları oluşturmaktadır. Biz ‘modernler’e olağan gelse de aslında bu sistem insanlık tarihinde oldukça yenidir. Eskiden eğitim devletin bir fonksiyonu olarak görülmüyor ve esas itibariyle aileler, hayır kurumları ve dini organizasyonlar tarafından yerine getiriliyordu. Standart bir müfredatı, yöntemi ve personeli olan ve tek bir merkezden yürürtülen bir devlet faaliyeti olarak eğitim modern devletin bir icadıdır.
Böyle yapılmış olmasının amacı tamamen ideolojiktir: Kişileri ve grupları kendi olmak istediklerinden ve diğer kimliklerinden soyutlayıp aslî ve en üstün aidiyet referansı olarak tasarlanan devlete boyun eğdirmek. Bunun için elbette, kendisini, ancak bir devletin ‘yurttaş’ı olarak gören ‘tip insanlar’ın yaratılmasına ihtiyaç vardı. Bu da ancak zorunlu eğitime dayalı devlet okulları sistemiyle gerçekleştirilebilirdi. Onun için ilköğretimin zorunlu ve devlet okullarında parasız olmasının devletin bize karşı olan hayırhahlığından kaynaklandığını sanırsak aldanmış oluruz.
Resmî eğitimin işlevi öğrencilere -ve onların ailelerine- hizmet etmek olmayıp, onları standardize etmek, düzene uydurmak ve gözetim altında tutmaktır. Kamu eğitimi aynı zamanda ailelere güvensizliği besleyen ve herkes için en iyi tek bir değerler sisteminin bulunduğunu ve bunu da ancak devletin belirleyebileceğini varsayan bir sistemdir. Kısacası, modern devlette eğitim kaçınılmaz olarak ideolojik bir faaliyettir.
Resmî eğitim yoluyla başlıca şu fikirler aşılanmaktadır:
1- Toplumsal varoluş ancak devletle mümkündür. Devletsizlik bir felakettir. Onun için, en temel kamusal görev ‘devletin idame ettirilmesi’dir.
2- Devlet esas olarak hayırhah bir kurumdur; her zaman toplumun iyiliğini gözetir. 3 ‘Biz’ devletiz, devlet ‘biziz’. ‘Bizim Devletimiz’ en iyisidir.
4- Dolayısıyla devlete (‘Devletimiz’e) sadakat ve itaat bir erdemdir. ‘Geleneksel’ sadakat biçimleri ve onlara bağlı kurumlar ‘geri’ ve ‘ilkel’dir.
5- Sadece itaat değil, ‘Devletimiz’ için ölmemiz de bir erdemdir. En büyük kötülük ise devlete ihanettir.
6- ‘Hukuk’, varlığını devlete borçlu olduğumuz bir ‘nimet’dir ve amacı da vatandaşların devlete karşı ödevlerini belirlemektir.
7- Özel alanda ‘kötü’ olan devletleşince ‘iyi’ye dönüşür. Onun için devletin memurları ‘kamu görevlileri’dir; yani özel kişilerden farklı olarak, onlar kamu yararı için çalışırlar.
8- Kamu yararı esas olarak devletin ‘kamu yararı’ olduğunu söylediği şeydir.
Dikkat ederseniz, bu fikirlerin hepsi vatandaşların devlet-toplum-birey ilişkilerini devletin istediği şekilde görmelerini garanti etmeye ve böylelikle onları daha kolay yönetilebilir hale getirmeye yarar.
Star, 16.11.2006
|
Mustafa ERDOĞAN
17.11.2006
|
|
|
‘Ağar’ın bir tezi var’ |
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, son söylem ve politikalarıyla hiçbir şey yapmadıysa ‘siyasetin oyun alanını’ genişletti. Kendisine usul usul ‘demokrat bir kişilik inşa eden’ Ağar, esasında iki yıla yakın bir zamandır ‘farklı bir muhalefet anlayışı’ sergiliyordu.
Habertürk’te, Melih Meriç’in sunduğu Basın Kulübü’nde kendisine sorular yöneltirken, bir yandan da ‘acaba izleyenlerde nasıl bir lider imajı oluşuyor?’ diye düşünüyordum.
‘Yakından izlediğim Ağar’la halkın gördüğü arasında’ nasıl bir fark vardı acaba?
Ağar, AKP’ye karşı muhalefet anlayışını ‘onlar benim hasmım değil, siyasi rakibim’ eksenine oturtmuştu. Oysa diğer partiler, muhalefet sahasını sadece ‘laiklik ve milliyetçilik zeminine’ hapsetmişlerdi.
‘Tıkanmış ve daralmış Türk siyaset hayatında’ Mehmet Ağar’ın son dönemlerdeki çıkışıyla yeni bir alan açıldı. Ağar, bunun için ‘siyasetin alanını genişletiyorum’ diyor. ‘Kendini tekrarlayan söylemlerden oluşan siyaset retoriği’ böylece taze bir nefes alma olanağı buldu. Demokratik kültür açısından önemlidir.
Program arasında sohbet ederken Melih Meriç, ‘Ağar’ın artık bir tezi var’ diyordu. Bugün başka hangi liderin savunduğu bir tezi hatırlıyoruz? Meriç, ilginç bir bilgiyi de bizimle paylaşıyordu. ‘Konu Güneydoğu’dan uzaklaşınca mailler bir anda duruyor, dönünce anında mail yağıyor’ sözleri sizce de önemli bir ipucu değil mi?
Ağar’ın doldurmaya çalıştığı boşluk...
Ağar DYP’sinin bugünkü hali AK Parti’nin ilk dönemini hatırlatıyor. ‘Muhafazakar demokrat kimlikle’ çıkış yapan AKP’nin demokratlığı azalmaya yüz tutunca Ağar oradaki boşluğu doldurmaya başladı.
En genel anlamda Mehmet Ağar’da ‘insani ve evrensel bir söylem’ görüyorum.
O’nun sözlerini toplumsal huzur ve barışa bir çağrı olarak değerlendiriyorum. Bunları ‘bölünmez bütünlük’ şemsiyesi altında yapıyor. Terminolojiye karşı hassasiyet gösteriyor, özenli seçilmiş bir dil kullanıyor. Bu politikayı uygulamada en yüksek şansa sahip olan kişi Ağar’dır. ‘En iyi barışı şahinler yapar’ sözüne inanırım.
‘İyi bir siyasetçi her şeyden önce öngörüsü güçlü olan’dır. Lider, ülkenin bugününe değil, geleceğine dönük öngörüler yapabilendir. Ağar, ‘ufukta ülkemiz adına bir risk ve tehdit’ gördüğünü söylüyor, uyarı görevini yerine getiriyor. ‘Yerel ve milli bir proje’ sunduğunu iddia ediyor. Etnik milliyetçilik yapmıyor. O zaman başkalarının kozunu elinden alıyor. Herhalde Ağar’ın bu söyleminden sonra Kürt milliyetçiliği yapanlar utanırlar.
Ağar değişti mi?
Program sırasında arkadaşlar Ağar’a ‘değiştiniz mi?’ diye sordular. Bana kalırsa Ağar’da bir değişim yok.
‘Devlet hizmetinde yıllarca bulunmuş Mehmet Ağar’, şimdi ‘toplumun hizmetine talip olmuştur.’
Değişen, Ağar’ın kendisi değil, hizmet etmek için seçtiği alandır. O şimdi toplumsal ihtiyaçları karşılamaya dönük bir misyonu üstlenmiş durumda. ‘Görevini yapmış bir devletin memuru’ iken şimdilerde ‘vizyon üreten iyi bir siyasetçi kimliğine’ bürünüyor. ‘Siyasi sezgi’ ve ‘politik aklı’ devreye sokarak, ülkesi için inisiyatif alıyor. Bölgemize dönük senaryolara karşı, etkili bir söylem geliştiriyor. Devletin önünde bir ayakbağı haline gelen PKK düğümünü çözmeye çalışıyor. Şu sözler O’nun: ‘PKK bitmiştir. Şimdi tasfiyesini yapmamız lazım. Ben, bunun için çalışıyorum.’
Ben, en çok da ‘milliyetçi dalganın üzerinde en kolay sörf yapabilecek bir siyasi kişiliğin’ bu kolaycılığa kapılmayışını sevdim. Siyaset, zor olanı yapma sanatıdır. Ağar bunu deniyor. Ülkesi için.
Akşam, 16.11.2006
|
İsmail KÜÇÜKKAYA
17.11.2006
|
|
|
|