Papa’nın, Bizans İmparatoru ile İranlı İslâm âlimi arasında geçtiğini söylediği tartışmanın 1391 yılında Ankara civarında cereyan etmesi mümkün değil. O tarihte Osmanlı hakimiyetinde bulunan Ankara’ya bir Bizans İmparatorunun gelmesi imkânsız. Papa’nın “Bu diyalog bilâhare 1394-1402 arasında, Kons-tanstinopol kuşatması sırasında bizzat İmparator tarafından kaleme alınmış olmalı” sözü de gerçekle çelişiyor. Çünkü bu tarihlerde İstanbul’a yönelik bir kuşatma yok. Aksine 1401’den itibaren Osmanlının 11 yıllık bir fetret dönemine girdiği biliniyor.
Papa’nın konuşmasında birçok tarihi tutarsızlıklar da tespit edildi. Konuşma bilinen tarihi gerçeklere de zıt düşüyor. Sözgelimi, Papa, Bizans İmparatoru’nun adını vermediği İran asıllı bir İslâm âlimiyle tartıştığını ileri sürdüğü 1391 yılı Ankara’sı o dönemde Bizans topraklarının içinde değildir ve Bizans topraklarından fersah fersah uzak bulunmaktadır. Bizans İmparatoru’nun orada tartışma yapması bir tarafa oraya gelmesi bile imkân dışıdır. Hatta o dönemde Osmanlılar Rumeliye de geçmişlerdi. Ve yine Papa’nın konuşmasında bariz yanlışlarından birisi de şu ifadedir: ” Bu diyalog, bilâhare 1394-1402 arasında, Konstantinepol kuşatması sırasında muhtemelen bizzat imparator tarafından kaleme alınmış olmalı. Kendi açıklamalarının Farisi muhatabınkilere oranla çok ayrıntılı olması da bundan kaynaklansa gerek...” Bu ifadedeki tarihi hatalar da çok açık. Zira 1401 yılında Yıldırım Beyazıd, Ankara Savaşı sırasında Timurlenk karşısında yenilmiş ve esir düşmüştü. Bu tarihten itibaren Osmanlılar 11 yıl boyunca tam bir fetret içine düştüler. Bu tarihler zarfında İstanbul’un kuşatma altına alınması hem akla hem de tarihi vekayie yani gerçeklere ters bulunuyor. Papa 16’ıncı Benediktus’un Maruni din adamı Prof. Adel Theodore Khoury’den yaptığı alıntı ile yanlışa düşmesi bununla da kalmıyor. İran’lı din adamı olarak bahsettiği tarihi kişilik aslında Eşarilerin muallim-i Sanisi olan Ebu Bekir Bakillani’den başkası değildir. Görüşme yeri Ankara değil İstanbul yani o dönemde Konstantinepolis’tir. Ebu Bekir Bakillani bu müzakere ve diyalog sırasında doğrudan imparatorla tartışmaz. İmparatorun dini konularda bu kadar yetkin olması düşünülemez. Din adamları varken başka bir ülkenin ve diyanetin yetkin dini temsilcisiyle doğrudan tartışması akla aykırıdır. Ebu Bekir Bakillani’nin kendi anlatamına göre bu tartışmalar Bizans Patriği ile din adamları arasında geçmiştir. İmparator da bu konuşmaları dinlemiş ve nezaret etmiştir. Münâzara için o devrin adeti divan kurulmuştur. Bu konuşmalara şahit olan İmparator İkinci Mihail Paleoglogos da değildir. Aksine II. Basilius’tur. İkinci Mihail Paleoglogos ise olsa olsa bilâhare bu konuşmayı kendisine maletmiştir olabilir. Tarihi gerçekler de bunu ortaya koyuyor. Bizans’ın başkenti Konstantinepolis’te yapılan bu tartışmanın tarihi de miladi 1391 yılı değil aksine hicri 371 yılıdır. Yani sözü edilen konuşma Papa’nın tarihinden en az 400 yıl önce gerçekleştirilmiştir.
Tarihi olay şöyle gerçekleşmiştir. Eşari kelamcısı ve şafii alimi Ebu Bekir Bakillani, 371 senesinde Adud ed Devle tarafından İran’dan İstanbul’a esir değiş tokuşu için gönderilir. Bizans Kralı nezdinde Adud ed Devle’nin elçisidir. Bizans İmparatorundan hürmet ve riayet gören Bakillani, İmparator meclisinde papazlar ile bir konuşmada, onların sözü ifk ( Hazreti Aişe’ye atılan iftira) meselesine getirmeleri üzerine Hazreti Meryem ve Hazreti Aişe’ye imaen birisi kocasız çocuklu ve diğeri kocalı ve çocuksuz iki mübarek kadının semadan gelen beraetle beraet edildiklerini söyleyerek mukabele etmiştir. Papa ise meseleyi sadece Bizans kaynaklarına dayanarak anlatıyor. Bu tek yanlılığı bir tarafa, yanlışlığı da beraberinde getiriyor.
Diğer tarihi kaynaklara göre İslâm elçisini aşağılamak için Bizans tarafı çeşitli taktiklere başvuruyor. Bakillani bu taktikleri boşa çıkardığı gibi kendi taktikleriyle de onları mat ediyor. Öncelikli olarak Kralın huzuruna gelirken ancak başını eğerek geçebileceği alçak bir kapı ile karşılaşınca Bakillani içeriye arkasını dönerek giriyor. Bu aşağılayıcı diplomatik tuzağı pratik zekâsı ile aşıyor. Bizans Sarayında II. Basilius’un yanı sıra birçok papazla teslis inancı ve Hz. İsa’nın durumu, ay mucizesi ve Hazreti Meryem ile Hazreti Aişe’nin şahsiyetleri gibi önemli konularda başarılı münazaralar yaparak Bizanslıların takdirini kazandı ve imparatorun ikramına mazhar olarak geri döndü.
Papa’nın anlattıklarının hilâfına Bakillani onları kendi mantıklarıyla ilzam eder. Kralın huzurunda Patrik’le karşılaşınca ona şöyle sorar :” Muhtereme eşiniz ve çoluk çocuk nasıllar?” bunun üzerine karşı taraf kızarır bozarır ve Bakillani’nin saygısızlıkta bulunduğunu ima ederler. Bunun üzerine lâfı gediğine koyar: Siz kendinize bile çoluk çocuk sahibi olmayı yakıştıramazken tazimde kusur etmek istemediğiniz Cenâb-ı Hakk’a bunları nasıl isnad edersiniz? Papa’nın söylediklerinin tam aksine karşı taraf cevapsız kalır. Papa aklın dinden önce geldiğini ve dinin ölçüsü olduğunu söylüyor. Biz de bunu şöyle ifade ederiz: Mantık delilden önce gelir. Mantığın olmadığı yerde delil olmaz. Pekâlâ bu kadar tarihi verilere aykırı düşen hikâyeler nasıl oluyorda Papa nezdinde İslâm’nı butlanı için nasıl delil olabiliyor ? Burada mantık nerede?
Bu meselenin aydınlatılması için İslâm Konferansı Örgütü ve Diyanet İşleri Başkanlığına İstanbul tartışmalarını konu eden Ebu Bekir El Bakillani’ye ait El Mesail el Kosntantiniyye kitabının tenkidli basımını teklif ediyoruz. Hatta karşılıklı olarak hakikatın tecelli etmesi için Prof. Theodore Khoury’nin kitabıyla müşterek basılmasının yararlı olacağını hatırlatıyoruz.
|