Ertuğrul Özkök’ün bir gün önce ortaya koyduğu “şüphe”nin bir gün sonra Genelkurmay Adli Müşavirliği imzasıyla ve resmen ifade edilmesi ilginç bir rastlantı doğrusu.
Genelkurmay Adli Müşavirliği de, tıpkı birkaç gün önce Özkök’ün yazdığı gibi mahkeme kararının “Yüksek Askeri Şur’a öncesi askeri yıpratmayı” amaçladığı vurguluyor. Ayrıca Adli Müşavirlik bu kararla “Sarıkaya’nın rövanşı alınıyor” gibi hukuk diline hiç uymayan, gayet siyasi bir değerlendirme yapmayı da ihmal etmemiş. Neyse, zaten bu davanın en başından beri, gayet siyasi bir dava olarak gittiği, hükümetin yediği ültimatomdan, Van savcısının başına gelenlerden de belli değil mi? Bir iddianamede bir kuvvet komutanının adı geçiyor diye, Genelkurmay Başkanı’nın bütün kuvvet komutanlarıyla birlikte Başbakanlık’a koştuğu nerede görülmüş?
Ama ben asıl şu “yıpratma” meselesine takıldım. İki ordu mensubu çete kurmaktan, görevli oldukları sırada bomba patlatıp adam öldürmekten mahkum oldularsa, bu zaten ordu için yeteri kadar yıpratıcı değil mi? Böyle bir çete ortaya çıktıktan sonra, mahkeme kararı Askeri Şur’a’dan önce verilse ne yazar, sonra verilse ne yazar?
Eğer asker yıpranmak istemiyorsa, mahkeme kararlarının zamanlamasıyla ilgilenmeyi ya da savcılarla uğraşmayı bir yana bırakıp, bir an önce içinden fışkıran çetelerle ve çetecilerle; askeri depolardan çetelere akan silahlarla ilgilenmeye başlasa iyi eder.
Açıkça ortaya koymakta yarar var:
Aslında şu anda kamuoyu, Silahlı Kuvvetler’den böyle “karşı saldırı” niteliğinde açıklamalar değil; durumun vahametine uygun, bir kurum olarak ordunun itibarını korumaya yönelik, içinde ortaya çıkan bu tip yapılanmaların üstüne ciddiyetle gideceği inancı yaratan açıklamalar bekliyor. Ordu mensubu iki kişi bombalı bir eylemle Güneydoğu’yu provoke etmeye kalktı ve suçüstü yakalandıysa ve bu suçları şu anda mahkeme kararıyla sabit olduysa, bu halkın da ordusundan bir açıklama beklemeye hakkı yok mu?
***
Tabii, hepimiz bütün bu olup bitenlerin rejimimizin niteliği ile ilgili olduğunu biliyoruz. Bu kavga Türkiye’de adam gibi bir demokrasi olsun isteyenlerle çocuk aldatma cinsinden uyduruk bir demokrasi olsun diyenler arasındaki kavgadır.
Bu saflaşmada bazıları, artık açık darbe savunuculuğu yapmamayı marifet zannediyor ve bu “demokratik” duruşlarını takdir etmemizi bekliyorlar! Mesela Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni bunlardan biri. Özkök artık “açık darbe” istemediğini söylüyor dünkü yazısında. Ya da mümkün görmüyor. Ama üstü kapalı bir askeri vesayetin ilelebet sürmesini istediği çok belli. Böyleleri hukuka da, demokrasiye de, insan haklarına da bir yere kadar tahammül edip, bir noktada sükut etmesini istiyorlar. İşte o noktada hemen cumhuriyetimizin özel durumu sürülüyor öne. Cumhuriyetin “kurucu unsuru”na gözünün üstünde kaşın var demenin haddini aşmak olduğuna hükmediyor. Van Savcısı Sarıkaya gibi “haddini” aşanlara haddinin bildirilmesinde amigoluk yapmaktan kaçınmıyorlar.
Evet, ülkemizin en büyük yayın organı artık açık darbe istemiyor. Onun idealindeki rejim 28 Şubat...
Allahtan ki, Türkiye kamuoyu bu noktada Hürriyet Gazetesi’nin çok ilerisinde. Adı demokrasi olan ama “iyi çocukların” güçlü odaklardan aldıkları destekle çetecilik yaptıkları, tehlikeli buldukları kişileri devlet adına “itlaf ettikleri”, canları istediği zaman provokasyonlar tezgahlayıp meşru hükümetleri devirdikleri uyduruk bir demokrasiyle yetinmiyor. Daha iyisini istiyor. Ve şükürler olsun ki, inişli çıkışlı da olsa Türkiye yavaş yavaş bu noktaya gidiyor. Böyle bir noktaya gittiği için de, Şemdinli Davası’nın bu kadarla kapanması karşısında ciddi bir hoşnutsuzluk yükseliyor kamuoyundan. Orada suçüstü yakalanan çetenin “basit” bir çete olmadığı, aksine son derece komplike ve köklü bir çeteyle karşı karşıya olduğumuz ve bu çetelerle başedemedikçe de uyduruk demokrasiden kurtulamayacağımız bilinci giderek yerleşiyor.
Bugün, 23 Haziran 2006
|