Abid bey: “Kendine güven duygusunu geliştirirken nefsimiz şımartılmıyor mu? Kendine güven nasıl olmalıdır?”
Ne İnkâr Ne Mübalağa!
Bâzen tevâzûun nankörlükle, bâzen de tahdis-i nimetin, yani Allahın verdiği nimetleri ikrar ve itiraf etmenin iftihâr ve övünmekle karıştırıldığını ve ikisinin de zarar olduğunu kaydeden Bediüzzaman Hazretleri, ne Allah’ın ikrâmı olan güç ve kuvvelerimizi “tevâzû” adına yok saymaya, ne de bunları “tahdis-i nimet” diyerek sahiplenmeye ve bunlarla övünmeye hakkımız olmadığını beyan eder.
Allah’ın verdiği meziyet ve kemâlâtı ikrâr ederiz, bunu söyleriz, bunu kendi çapımızda güven konusu yaparız. Aksi takdirde bunları yok saymak küfrân-ı nimet ve nankörlük olur. Bunlara sahiplenmek ve bunları mülkiyetine almak da şüphesiz kibirlenmek, büyüklenmek ve şımarmak olur.
Yani Allah’ın verdiği şeyleri yok saymamız doğru olmadığı gibi, iftihâr ve övünme malzemesi yapmamız da doğru değildir! Birincisi nankörlük, diğeri şımarıklıktır.
Güzellik Libasındır
Bediüzzaman der ki: “Meselâ, nasıl ki murassâ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese, “Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârâne desen, “Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfrân-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur.
Eğer müftehirâne desen, “Evet, ben çok güzelim. Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz!” O vakit, mağrurâne bir fahirdir. İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: “Evet, ben güzelleştim. Fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir; benim değildir.”
Bediüzzaman Hazretleri aynı düsturla, bu asrın hakîkat hazînesi olan Risale-i Nur hakkında diyor ki: “Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerîm’in hakaikinden telemmu’ etmiş şuâlardır.”1
Kendine güven duygusu, bir işe karar verme ve verdiğin kararı uygulayabilme yeteneğidir. Bu kibirlenmek, büyüklenmek veya şımarmak değildir. Kur’ân buyurur ki: “Bir işe karar verip azmettiğin zaman Allah’a dayanıp güven, Allah’a tevekkül et.”2
Demek kendimize güveneceğiz. Allah’ın bize ne yüksek duygular verdiğini, bizi ne büyük yarattığını, ne imtiyazlı cihazlarla halk ettiğini, bize yüksek hasletler ve meziyetler verdiğini itiraf ederiz ve bu imtiyâzı yaşarız. Allah’ın kulu olmakla şeref duyarız.
Bir Hizmet Olduğunda
Ve fakat, tüm bu meziyetlerin bir Allah vergisi olduğunu bir an unutmayız. Bu meziyetlerle hayırlı işler yaparız. Meziyetlerimizi haramda ve Allah’ın râzı olmadığı şeylerde kullanmayız; hayırda ve iyi işlerde kullanırız. Meziyetlerimizi inkâr etmemize de gerek yoktur.
Kendimize güveniriz. Çünkü Allah’a güveniriz! Çünkü bizi yaratanın Allah olduğunu biliriz! Allah’ın bizi tek ve müstesnâ yarattığını kabul ederiz ve bu farklı yanımızla hizmet ederiz, bu farklı yanımızla Allah’a kulluk yaparız. Bu fahr ve gurur olmaz, kibirlenmek ve şımarmak olmaz; bu, şükür olur.
Fakat Allah’ın verdiği imkânları, Allah’ın ikrâm ettiği duyguları ve meziyetleri kendimize değil; Allah’a mal ederiz.
Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur ile ilgili olarak, “Risaleler kendi malım değil, Kur’ân’ın malı olarak, Kur’ân’ın reşâhât-ı meziyâtına mazhar olduklarını izhar etmeye mecbûrum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.” Demektedir.
Ne olumlu mânâda, ne olumsuz mânâda “abartı” hak bir davranış değildir. İfrât da, tefrit de faciadır!
O halde yapmamızı bekleyen ve yapmadığımızda ortada kalan bir hizmet olduğunda, hemen davranmalı ve Allah ne imkân verdiyse yapmaya gayret etmeliyiz. Şüphesiz bu esnada Allah’a tevekkül etmeli ve kendimize güvenmeliyiz.
Yoksa, “Estağfirullah! Ben neyim ki? Ben bir hiçim! Ben kimim ki?” deyip kenara çekilmek doğru bir davranış değildir.
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 358.
2- Âl-i İmrân Sûresi: 159.