Musıkî sanatının ve kanun sazının ülkemizdeki en kıymetli temsilcilerinden Göksel Baktagir, sanatkârane bir bakış ve duruşun gerçekte nasıl olması gerektiğini, “Sanatkâr, estetik dışı bir alan/olay gördüğü zaman, kendi estetik değerlerinin duyarlılığını topluma uyarlamak için çaba göstermelidir. Biz sanatkârlara bu anlamda çok büyük görevler düşüyor” diyor.
Kanun virtüözü Göksel Baktagir, ulusal ve uluslar arası platformlarda birbirinden değerli çalışmaları bulunan, yurtdışında da ülkemizin bayrağını en güzel şekilde temsil etmeye gayret eden bir değerimiz. Kendisi gibi musıkîşinas olan, babası Muzaffer Baktagir’in vesilesi ile musikî yolculuğuna başlamış. Uzun ve zahmetli bir eğitim sürecinden sonra hem kanun sazının icrası noktasında, hem de musıkî anlamında artık dünya çapında bir isim haline gelmiş. “Kanun sazı birinci planda, kendi gönül aynamı parlatmaya çalıştığım bir araçtır benim için” diyor… Halihazırda konser, beste, kitap ve diğer çalışmalarına hızlı bir şekilde devam ederken, diğer yandan da “Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluğu” kanun sanatkârı olarak görevini ifa ediyor. Musıkîşinas, kanun virtüözü Göksel Baktagir ile musıkîyi, sanat hayatının dünü ve bugününü ile gelecek için projelerini konuştuk…
Hocam için müzik nedir ve müzik ile neler yapmaya gayret ediyorsunuz?
Müzik, Yüce Yaradan’ın bize sunduğu çok önemli bir potansiyel enerjidir aslında. O ses titreşimleri arasında gönüllere ulaşabilmek uzun bir süreç gerektiriyor. Müziğin insan ruhuna tesir eden o güzelliğini hissedebilmek için algı dünyamızın da açık olması gerekiyor. Her insanın kulağı tabiî ki müziği hisseder. Ancak, müzik sanatı dediğimiz alan, farklı bir alandır. Müziği sanat haline dönüştüren şey, insanın gönlüne güzel bir şekilde tesir eden kıvamda olmasıdır. Bu da icracı ile dinleyicinin buluşma noktasında gerçekleşiyor. Tabiî ki ilk dönemler ben de her insan gibi müzikten nasiplenmeye çalışarak yaşadım. Ancak kendi iç dünyamın sesine cevap verme noktasında sevgili babam Muzaffer Baktagir, aileden gelen bir şanstı benim için. Müziğe karşı yeteneğimin keşfedilmesi bir şanstı. İç dünyam da buna müsaade ediyordu. Bir yolculuğa başladık ve meslekî anlamda da müziği sürdürür hale geldim. Uzun yıllar içerisinde et ile tırnak misali çok çileli bir dönemdi bu... Çünkü çok ciddi bir disiplin isteyen sınırsız bir alanda hizmet etmeye çalışıyorsunuz. Duru ses olarak tanımlamaya çalıştığım musıkîyi bir okyanusa benzetiyorum. Okyanusun derinliklerindeki o net güzelliği oluşturmak hemen olmuyor. Beyin birçok şeyi önceden çözümlüyor, ama el melekenizin gelişmesi lâzım. Ben bir enstrüman icracısıyım. Araç olarak kanunumla birlikte müzik yolculuğuma devam ediyorum. Ancak o sırlı noktalarda yol alabilmek için ciddî bir uğraş vermeniz gerekiyor. Türk Musıkîsi gibi derya bir müzik ortada! Yani kâğıda, kitaba sığmayacak, doğal seslerin içinde kullanıldığı çok önemli bir alan. İğne ile kuyu kazmak misali, yıllar içerisinde hâlâ bir öğrenci hassasiyetiyle yol almaya çalışıyorum...
ÇOK ÖNEMLİ SANATKÂRLAR GELDİ GEÇTİ
Türk musıkîsi nasıl bir müziktir, içinde neleri ihtiva eder? Günümüz gençliğini de biraz bilgilendirmek amacı ile bu konuya biraz değinelim mi?
Türk musıkîsi bir makam musıkîsidir. Bir dönem sayı itibariyle çok çeşitli makamlara sahip olan, dinamizmi kendi içerisinde barındıran renkli bir bahçeden bahsediyoruz. Nerdeyse her çeşit gül, karanfil, çiçek var orada… O makam müziği içerisinde, bu çeşitli çiçekler sayesinde ruha derinlemesine hitap eden bir alan söz konusu. İçinde doğal seslerin kullanıldığı, ayrı bir sistemde çalışan, doğal seyir özellikleri itibariyle ayrı bir kokusu ve lezzeti olan bir alandır Türk Musıkîsi. Bir kuyumcu işçiliğinin hassasiyetini gerektirir. Türk musıkîsini öğrenmek bu nedenle çok zordur. Uzun bir süreç gerektirir. Çünkü o ince aralıklar zamanla oturuyor. Uzun yıllar içerisinde usta-çırak ilişkisi noktasında çok şanslı dönemlerim oldu. Çok önemli ustalarla bir arada müzik yapma şansına eriştim. Bunların da en başında şu anda bağlı bulunduğum “Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu”nu kuran devlet sanatçısı Necdet Yaşar Hocam gelir. Onlar ve kıymetli hocalarımız sayesinde güzel bir şekilde harmanlanmış olduk ve en ince aralıkların, en ince nüanslarını o hocalarımızın aktarımıyla öğrenmeye gayret ettik. Öyle bir kadro vardı ki topluluğumuzda, hani bugün Oxford diyorlar ya... Birinci gün Necdet Yaşar Hocamız, ikinci gün-Allah rahmet eylesin-Türk musıkîsinin zirve ismi Bekir Sıtkı Sezgin Hocamız, üçüncü gün klâsik kemençe sazında dâhi bir sanatkâr olan İhsan Özgen Hocamız, dördüncü gün yine aynı değerde -Allah rahmet eylesin- Cinuçen Tanrıkorur gibi müthiş bir hazine ve beşinci gün de -Allah sağlıklı uzun ömürler versin- Türk musıkîsinin yaşayan en büyük çınarı Alaattin Yavaşça Hocamız çalıştırıyordu bizleri. Onların engin birikimlerinden istifade ediyorsunuz, her gün imtihana tabisiniz. Yani her gün bir sınav sizin için. Konservatuar döneminde -Allah rahmet eylesin- Yavuz Özüstün, Selahattin İçli gibi musıkî dünyamızın çok önemli değerleriyle beslenmiş olduk. Aslında bu uzun bir yol ve hepimizin yolculuğu devam edecek. Çok önemli sanatkârlar geldi geçti, ama eserleriyle geleceğe de yön veren değerlerdi onlar.
SANAT, ESTETİK DEĞERLER BÜTÜNÜDÜR
O değerli üstat ve çınarlardan el aldınız. Gözlemlerinize göre; günümüz gençlerinin musıkîye dönüşü sizlerdeki kadar iştiyaklı mı acaba? İcra ve üretkenlik noktasında kendilerini ifade edebilecek alanlar bulabiliyorlar mı?
Müziğin birçok türü var. Popüler kültürün nimetlerine ya da dezavantajlarına bir şekilde kayıtsız kalamıyor toplumlar. Olumlu ya da olumsuz bir şekilde biz de etkileniyoruz bundan. Musıkî olsun edebiyat olsun, bizim alanımız incelikli bir alan ve bu alanın hedeflediği kitle de derin bir kitle. Bu incelikli alanlarda hedeflenen şey çok fazla sayı değildir. Derin bir izleyici, dinleyici, takip kitlesidir ki, ince sanatlarda olması gereken şeyde de budur. Batı dünyasında da opera kendi içerisinde derin bir kültürdür. Ama Batı dünyasının büyük bir kesimi de operayı dinlemiyor, ancak seçici insanlar tercih ediyor. Yaptığımız çalışmaları takip eden genç kuşak arasında özellikle enstrümental müzik gibi derinlikli alanlarda gelecek vadeden, umut veren çok gençler var. Onlar da kendi iç dünyalarını harekete geçirdiler ve besteler yapmaya başladılar. Üzerinde en çok durduğum “üretkenlik” alanında, artık güzel bir kıpırdanma başladı. Sanatkârlar toplumu yönlendirir ve sanatkârların en önemli misyonları budur aslında. “Ben yaptım! Artık kim dinlerse dinlesin, dinlemeyen de dinlemesin!” mantığında hareket etmek doğru değil. Çünkü sanat, estetik değerler bütünüdür. O estetik değerler içerisinde bir şeyler üretmeye, yol almaya çalışan sanatkârın da toplumu o estetik alana uyarlaması gerekir. Sanatkâr, estetik dışı bir alan/olay gördüğü zaman, kendi estetik değerlerinin duyarlılığını topluma uyarlamak için çaba göstermelidir. Biz sanatkârlara bu anlamda çok büyük görevler düşüyor. İnsanları o incelikli alana almaya çalışırken, Hz. Mevlânâ’nın “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım” sözlerinde vurgu yaptığı inceliği de atmamaya gayret ediyoruz. Özümüzden kopmadan, o değerler bütünün içerisinde kalarak, ama bu günün ritmi ve frekansıyla da bir şeyler yapmamız gerektiğini vurgulayarak ve bunu yaşayarak yola devam etmemiz lâzım. Onuncu yüz yıldan, Farabi’den itibaren derin kültürümüzün yansımalarını sürekli icra ediyoruz ve bundan zevk alıyoruz. Kendi kültürümüzün devamlılığı için de bu olmalı. Ancak, bu alanda hiçbir şey üretmeden sadece bu eserleri icra etmeye devam edersek ve üzerine hiçbir şey eklemezsek işte o zaman müzeci mantığının dışına çıkamayız. Asıl o zaman bizim musıkîmizin geleceğine dair bir şey yapılmamış olur ki, bu da çok tehlikeli bir durumdur. Öte yandan, “Türk musıkîsi uyutuyor” diye duyardık hep. Ama “güneş balçıkla sıvanmaz” diye de çok yerinde bir söz var. Ortada güzel bir değer varsa eğer, onu örtemezsiniz!..
YANİ O DA SİZİ SINIYOR
Kanun sazının bir enstrüman olmanın ötesinde sizin için anlamı nedir ve insanın manevî gelişimine de katkısı oluyor mu? Kendinizden yola çıkarak bu noktada neler söylemek istersiniz?
Bir enstrüman bütün yalın haliyle kendi aynanızı sunmuş olur size. Yani ona hiçbir hile yapamazsınız. Ona agresif yaklaşırsanız eğer, kötü ve sert sesler alırsınız. Siz, gönlünüzü teslim ediyorsunuz ona ve gönlünüzde arınmayan yerler varsa o da arınmış bir şekilde çıkarmıyor sesleri aslında. Yani o da sizi sınıyor! Kanun sazı birinci planda kendi gönül aynamı parlatmaya çalıştığım bir araçtır benim için. Bu araç, kendi özümü tanımlamama yardımcı olurken diğer taraftan da eskilerin tekâmül dediği o gelişme noktasında da ufuklar açmış oluyor bana. Bu zaten büyülü bir yolculuk! Gün geçtikçe daha güzeli bulma noktasındaki adımlarınız hızlandıkça, hedeflediğimiz kalbi sesler de arınmaya başlıyor aslında. O sesler arınırken, ruhumuzda farkında olmadan daha da incelmeye başlıyor aslında. Ben bu süreci kendimde yaşadığımı söyleyebilirim.
ÇÜNKÜ BEN BURADA İNSANLIĞI ÖĞRENDİM!
Ülkemizdeki çalışmalarınızın yanı sıra, uluslararası platformlarda diğer milletlerin sanatçıları ile de çalışmalarınız oluyor. Oradaki paylaşımlarınıza da değinebilir miyiz biraz?
Yunanistan’da yaklaşık on küsur yıldır her yaz dönemi çok kıymetli sanatkâr dostlarım Yurdal Tokcal, Derya Türkan, Ömer Erdoğdular, Ahmet Erdoğdular, Murat Aydemir ile birlikte hızlandırılmış eğitimler yapıyoruz. Birikimimizi, dünyanın çeşitli yerlerinden internet ortamındaki duyurularla gelip hem makam müziğimizi hem de enstrümanlarımızdaki tekniğimizi öğrenmek üzere başvuran öğrencilerimizle paylaşıyoruz. O kadar güzel gönül dostlukları gelişti ki bu süreç içerisinde, artık her sene nerdeyse sürekli takip eden öğrencilerimiz var. Bu sene kanun için Fransa’dan bir arpist katıldı. Özbekistan’dan, İsrail’den, Yunanistan’dan gelen öğrencilerimiz var. Hiç unutmuyorum; geçtiğimiz yıllarda, kendisi de öğretmen olan, yaşça biraz büyük Yunanlı bir hanım öğrencimiz bir haftalık eğitimin sonunda adeta ağlamaklı şekilde, “Hocam, ben size çok teşekkür ediyorum. Çünkü ben burada insanlığı öğrendim!” dedi. Orada sadece müzik öğrenilmiyor, her şeyin ötesinde büyük bir paylaşım var... Ayrıca Suriyeli, Ermeni kökenli çok kıymetli sanatkâr dostumuz Lena Chamamyan ile önemli bir proje gerçekleştirdik. İlk kez 2013 yılında İstanbul Jazz Festivalinde bir araya geldiğimizde, benim saz eseri olarak bestelemiş olduğum ‘Gülru’ adlı eserime Arapça söz yazmışlardı. Konserde bu eseri icra ettiğimiz gibi, o dönem bitmek üzere olan albüm çalışmalarına bu eseri katmayı çok fazla arzuladıklarından bahsetmişlerdi. Bu şekilde daha somut adımlarla aramızdaki sanatsal bağ kuvvetlenmeye başladı. Ardından İstanbul’daki ikinci konserinde dört beste çalışmamın Arapça sözler yazılmış versiyonunu birlikte yorumladık. Farklı lezzette olan bu çalışmadan ilham alarak kendilerine bir teklif götürdüm ve saz eseri olarak bestelediğim başka eserlere söz yazdılar. Lena’nın da albüm projesi haline gelen bu çalışmasında vatan adlı bir bestesi var. Suriye şu anda çok ciddi çileler çekiyor. O da, bağları orada olduğu için, anne baba özlemi ve vatansızlık gibi derin duygular yaşıyor tabiî ki. Cihan Sezer gibi önemli bir müzik adamının aranjörlüğünde canlı kayıtlar yaptığımız çalışmamız ile ağırlık olarak Arap dünyasında konserler vereceğimizi müjdeleyelim. Lena Chamamyan gibi gönül sesi çok ön planda olan bir sanatkâr dostumuza destek olmak ve ürettiğimiz eserlerin bir payda da buluşması bizi de ayrı bir şekilde mutlu ediyor...
İLK KEZ 104.4 BİZİM RADYO’DA İCRA ETTİ
Bu değerlerin ışığında, yeni şeyler söylemek adına beste çalışmaları yapıyorsunuz. Yakın tarihte dinleyici ve okuyuculara sunmak için gayret sarf ettiğiniz albüm ve kitap hazırlıklarınız var sanıyorum...
Biz sanatkârlar, Yüce Yaradan’ın sunduğu imkânlar nispetinde üretmeye gayret ediyoruz hep aslında. Bu dönemde hazırlığını yaptığımız ve “Gönül Bağı” adını verdiğim yakın tarihte müzik piyasasına çıkacak olan bir albüm çalışmamız var. Yenikapı Müzik Bilal Cansız Beyefendi tarafından çok güzel emekler ile hazırlanan bir albüm çalışması. Kısmet olursa Eylül ayı sonunda yani bayramdan sonra çıkartmayı hedefliyoruz. Hatta albüm ile aynı adı taşıyan “Gönül Bağı” isimli hicaz makamda bestelemiş olduğum bir saz eserimi ilk kez 104.4 Bizim Radyo’da sizin aracılığınız ile dinleyiciyle buluşturduk. Bu vesileyle hem albümün müjdesini vermiş, hem de ilk kez sizin yeni sezonunuzda dinletmiş olduk. Bizim musıkîmiz hoca-çırak ilişkisine dayanır ve bir silsileden devam eder. Bu nedenden dolayı metotlaşma anlamında kalıcı eserlere ihtiyacımız var. Geçtiğimiz dönemlerde “Saz Eserleri” başlığı altında bir kitap çıkartmıştık. Yakın bir zamanda da “Albümlerim” ismini taşıyan bir çalışmamız çıkacak. Bu çalışma, albümlerimizin kitapçıkları gibi olacak. Kendi içerisinde kategorize ettiğimiz daha minimal olarak fasikül halinde değerlendirebileceğimiz bu eserler sayesinde, sazendelere ilham vermek, onların ufuklarını açabilmek adına bir nebze de olsa katkımız olacağına inanıyorum. Yarının önemli müzisyenleri olabilecek genç kuşaklarına da metodik anlamda çok faydalı olacaktır. Çünkü eserlerin nota kitabına ihtiyaç duyduklarına şahit oluyoruz ki, bizde bu dönemlerden geçtik.
Röportaj: Melek Şafak / [email protected]
Fotoğraf: Erhan Akkaya