Bu yazı dizisine başladığımda ön çalışmasını yaparken aklıma gelen ilk isimlerden biri Ömer Döngeloğlu oldu.
İlâhiyatçı, TV programcısı Ömer Döngeloğlu: SAHABELERİ ÖRNEK ALIP, ÇOCUKLARIMIZA TANITALIM
Bu yazı dizisine başladığımda ön çalışmasını yaparken aklıma gelen ilk isimlerden biri Ömer Döngeloğlu oldu. Zira ekranlardan tanıdığımız bu güzel insan sahabe hayatlarına vakıftı. Ramazan ayında yaptığı programlar ve tabiî ki Önden Gidenler adlı sahabe hayatlarına dair programı. Kendisini izlerken sahabe hayatlarını adeta yaşayarak, başkalarına değil de sadece kendine anlatıyormuş gibi gelmişti. İçten bir ifadesi olduğunu düşünmüştüm. Kendisiyle görüşmeye gittiğimizde bizi güler yüzüyle karşılayıp ikramda bulundu. Döngeloğlu’na geliş sebebimizi anlattığımızda çok sevindiğini ve günümüz toplumuna bu konuların mutlaka aktarılması gerektiğini ifade etti. Konuşmamız başladığında anladım ki ekran karşısında hissettiğim o samimiyet gerçekten var. Kendisi sahabeyi anlatırken, o heyecanı, coşkuyu, özlemi ve samimiyeti adeta biz de yaşadık. Değerli fikir ve görüşlerini bizimle paylaşan ve hayatının merkezine bu topluma sahabeyi anlatmayı yerleştiren Sayın Ömer Döngeloğlu’nun hizmetinin devamını diliyoruz. Söyleşimizle sizleri baş başa bırakıyoruz.
Sahabe kimdir desek kısaca bizlere anlatır mısınız?
Sahabe Resulullah’ın (a.s.m.) sohbet halkasına katılan kişi demektir. Sahabe sohbet eden anlamına da gelir. Efendimizle (asm) aynı zamanda yaşayıp onu gören, işiten sohbet halkasında bulunan ve onunla Müslüman olarak az da olsa din adına konuşmuş dinlemiş kişiye sahabe denir.
Sahabelerin Peygamberimizin (asm) gözündeki yeri, önemi neydi?
Efendimiz (asm) hadis-i şeriflerinde insanların en hayırlılarının kendi devrinde yaşayanlar olduğunu söylüyor. Onlar Efendimizin (asm) hayatının en önemli parçalarıdır. Allah (cc) tarafından insanlığa gönderilen son rahmet elçisi bir işle vazifeli. Kur’ân-ı Kerim de ‘Bu görevi sen istemedin, Biz sana verdik’ deniliyor. Dolayısıyla görevlendirilmiş bir insan olarak vazifesini ifa eden, insanları hakka dâvet ederken Ona (asm) ilk ses verip elini uzatanlar sahabelerdir. Bunun için Onun (asm) yanında çok değerlidir onlar. Meselâ Hz. Hatice Annemiz. İlk sahabe ve Müslüman odur. Efendimizin (asm) yanında ilk duran bir kadın sahabedir. İslâm dini bir müessesedir dersek ve bunun üyelerini bir, iki, üç diye sıralarsak eğer, bir numaralı üyesi bir hanımefendidir. Hz. Hatice Annemizdir.
Yine bir gün Hudeybiye’de Hz. Ömer biraz nefsî davranarak Efendimize (asm) ‘Sen de peygamber misin?’ diyor. Öyle bir acı gelmiş ki Resulûllah’a, kendi cevap verememiş. Hz. Ebu Bekir’e dönmüş ve ‘Ben peygamber değil miyim?’ deyince Hz. Ebu Bekir ‘ya Resulûllah sen Allahın peygamberisin’ demiş. Hz. Ömer de bunun üzerine ‘Öyleyse niye biz onların dediğini kabul ediyoruz?’ anlaşma şartlarının zoruna gittiğini ifade ederek bu şekilde konuşmuş.
Hatta Fetih Sûresindeki ihsar âyeti gelip de ‘Tıraş olun ve dönün artık’ bu sene hac olmayacak Hudeybiye’den dönülecek. Peygamberimiz (asm) dönüyoruz deyince, bunun üzerine Hz. Ömer’in bu sessiz protestosuna uyan bütün sahabeler çadırlarına girmişler. Resulûllaha gönül koymuşlar. Kimse kurban kesmemiş. Efendimiz (asm) incinmiş üzülmüş. Sahabenin, şimdiki deyimle bu sessiz protestosu sivil itaatsizlik tavrı karşısında daralmış Efendimiz (asm). Ümmü Seleme validemiz yetişmiş Efendimizin imdadına. ‘Sen kurbanını kes, tıraşını ol ve bin devene yola çık’ demiş. Gidelim, gelirlerse gelirler, gelmezlerse Allah sana başka ümmet verir’ demiş. Resulûllah aynen bu şekilde yapmış. Sahabe çadırından çıkıp Efendimizi (asm) bu şekilde görünce ne yapacaklarını şaşırmışlar. Efendimiz (asm) işini bitirip yola çıktığında sahabe büyük bir telâş ile Efendimize (asm) yetişmek için gayret etmişler. Saatler sonra Efendimize (asm) yetişmişler. Efendimizin (asm) ardından sessizce yürümüşler. Allah, Fetih Sûresini Hudeybiye dönüşü indirdi. Ve Allah’ın onları bağışladığını öğrenince sahabe efendilerimiz çocuklar gibi sevindiler. Bu olayın ardından Hz. Ömer diyor ki ‘ Ya Resulûllah, Allah beni dünyaya hiç göndermeseydi. Ben o sözü size söyleyeceğime anam beni hiç doğurmasaydı. Ben o sözü nasıl söyledim. Efendimiz (asm) tam üç defa ‘Ben affettim Ömer, ben bağışladım Allah bağışladı çünkü’ diyor. Efendimizin (asm) kalbi bir bebeğin kalbi gibi tertemizdi. Allah affetti mi, Peygamberimiz de (asm) affederdi. O (asm) sahabesinin kendisine karşı yaptığı böylesi büyük hataları bile af ediyordu.
Toplumumuza baktığınızda, sahabe hayatları hayatımızın neresinde duruyor?
Biraz önce anlattığımız olayı ele alalım. Efendimizin (asm) sahabesinin hatalarını nasıl affettiğine bakalım. Toplum olarak biz affetmeyi bile bilmiyoruz. Günümüzdeyse sahabe ve peygamber ahlâkı toplumdan çıkarılmış durumda. İnsanları affettiğimizde aptallık olarak görülüyor. ‘Ahmak mısın hakkını niye yediyorsun?’ gibi söylevler var insanımızın dilinde. Maalesef kadınımızda da erkeğimizde de bu var. Müslümanlar arasında müthiş bir itaatsizlik söz konusu. Bireyin özgürlüğü diye diye nefsin putlaştırılmasına gidiyoruz. Kim fedakârlık yapacak.
Son dönemlerde sahabe hayatları gerek basın, gerekse televizyonda ilgi görüyor. Neden dersek, bir hayat var ortada. Kokuşmuş bir dünyada o hayatlara bakıp ‘acaba yaşanmış mıdır bu?’ diyenler de var. Dinine olan güvencini onlarla arttıranlar da. ‘İşte benim Peygamberimin (asm) asıl ümmeti böyleydi bize bakmayın’ diyenler de var. Hani altın günleri yapılıyor. İşte o günler gibi sahabe günlerimiz olmalı. Meselâ Pazartesi günü Hz. Ebu Bekir olmalı. Salı günümüz Hz. Osman günü olmalı. Bu gün Hz. Osman olacağım demeli Müslüman, edebiyle terbiyesiyle ona benzeyeceğim desin. Bir gün Hz. Ali olmalı ve ona adamalı o gününü. Mahşer günü Allah’ın huzuruna çıkarken Allah o günü Hz. Aliye adanmış gün olarak gösterdiğinde, Hz. Ali ‘beni asırlar sonra yad ettin’ dediğinde şefaatine nail olabilmek için. Hanımlar da aynı şekilde rol çalabilirler. Bizler o günlerden bu günlere bir ahlâk taşımalıyız. Hz. Aişe Validemiz anlatıyor. ‘Resulûllah’ın (asm) evinde 2 ay ateş yanmadığı olurdu, hurma yer zemzem içerdik. Bir defasında bir hurmayı üç gün emdim’ diyor. Büyük bir servetin sahibinin kızı Hz. Aişe’dir bu. Günümüzde yuva yıkan kadınlara bakıyorsunuz ‘Gül gibi ömrümü sana çürütmem’ diyerek yuvalarını dağıtanlar. Bir düşünsünler Hz. Aişe benim hayatımın neresine düşer. Eşinden yana sıkıntı çeken beylere bakıyoruz. Örneğin 950 yıl peygamberlik yapmış Nuh Peygambere bakalım. Hanımının kâfir olduğunu görüyoruz. Ve Nuh Peygamber hanımıyla boşanmamıştır. Kendisiyle 950 sene alay etmiş ve Müslüman olmamış bir kadın. Buna rağmen yuva yıkmayan bir peygamber. Biz bu örnek şahsiyete baktığımızda ‘bunca yıl seninle alay eden bir kadına nasıl dayandın ey peygamber’ dememiz gerekmez mi? Şimdi en ufak bir şeyde yuva yıkmak neden? Binlerce çocuk sokaklarda yetişme yurtlarında aileden mahrum büyüyor. İslâm ümmetinin Müslüman toplumun sahabeyi canlı bir organizma olarak içimizde tutmamız gerekiyor. Maalesef bu tür vakıalar çok yaşanıyor günümüzde. Tüm bunları düşündüğümüzde sahabeyi hayatımızın içine almadığımız ortaya çıkıyor. Bu bir Müslüman için çok üzücü bir durumdur.
Sahabe hayatlarıyla kendi hayatlarımızı kıyaslayalım dersek ortaya ne çıkar sizce?
Toplumumuzu günümüze taşıyan manevî dinamiklerimize baktığımızda, Abdülkadir Geylani’nin sigortası mı yatmıştı, maaş mı alıyordu? İmam-ı Rabbani’ler bu dini bize aktarabilmek için bir ömür ortaya koymuşlar. Bunu ne karşılığında yaptılar? Dinimizi yayıp anlatabilmek adına hayatlarında ne varsa feda etmişler. Biz neyi feda ettik? Günümüz insanı sahabeye bakıp kendini düzeltmek zorundadır. Yoksa iyiye doğru gitmiyoruz. Efendimiz (asm) kendisine yapılan yanlışları affetti. Bizler eşimizi affetmiyoruz. Çocuğumuzun yaptığı bir hata karşısında af edici olmuyoruz. Ağız dolusu hakaret ve bedduâlar ediliyor. Efendimiz (asm) amcasını paramparça eden Vahşi’yi bağışlamış. Böyle bir peygamber örneği var önümüzde.
Bu peygamber bizim gerçekten neyimiz olur acaba? Eğer o örnek alınmayacaksa, bizim hayatımıza çağrılmayacaksa, sünnetleri benimle beraber yaşamayacaksa, o zaman Allah peygamberi bize masal ve ninni olsun diye mi yolladı? Onların hayatlarıyla bizim hayatlarımızı kıyaslamak bile sanırım bu noktada mümkün olmaz. Onların yaptığı fedakârlıkların hangisini yapabiliyoruz?
Sahabenin en belirgin en çok öne çıkmış tarafı nedir desek, bu konuda ne söylerdiniz?
Sahabe deyince iki nesil görüyoruz. Ensar ve Muhacir. Muhacir demek terk etmeyi bilen demektir. Birisi fedakârlıkta zirveye çıkmış. Bize her şeyi terk edebilmeyi öğretiyor. Ensar olmak ise, omuz veren el uzatan destek veren kişi olmayı bilmek demek. Destek olmayı kardeşe omuz vermeyi öğretiyor. Sanki Allah bize bunları öğrenin der gibi bu iki gurubu Efendimizin (asm) yanına koymuş. Bir tarafımız ensar, bir tarafımız muhacir olmalı. Bizim bir tarafımızdan bakan bizde muhacir bir taraf bulmalı. Sigara mı içiyoruz? Bırakmayı bilmeliyiz. Muhacir olmalıyız. Senin için kötü alışkanlıklarımızı terk ederiz biz demeliyiz. Kalp kırmayı, yalan söylemeyi bıraktım ya Resulûllah diyerek bu ortaya koyulmalıdır.
Şimdi biz Müslümanlar olarak dünya üzerinde ki yoklukla imtihan olan kardeşlerimize baktığımızda, bizler varlıkla imtihan oluyoruz. Oysa Resulûllah buyurdu ki ‘mü’minler bir duvarın tuğlaları gibidirler. Bir vücudun azaları gibidirler.’ Hakikaten bir vücudun azaları gibi miyiz biz? Bir duvarın tuğlası gibi olabildik mi? Allah onları bize laboratuvar toplum olarak yaratmış. Onlar inançları için sahip oldukları her şeylerini feda etmişler. Sanırım sahabenin en göze çarpan yanı da budur.
Peki aile hayatımıza nasıl sokulabilir sahabe hayatları?
Öncelikle biz mü’minler olarak sahabenin her hareketini çocuklarımıza anlatmalıyız. Sad bin Ebi Vakkas şöyle diyor ‘biz Resulûllah ile geçirdiğimiz günleri, gazveleri, yolculuklarımızı evimizde öyle anlatırdık ki çocuklarımız Resulûllah’ı babalarını tanır gibi tanırlardı’ diyor. Bizim bu şekilde sahabeden gelen bir geleneğimiz de olmalı. Bu eğitimi taşımalıyız gençlerimize ve çocuklarımıza. Kimi konuşursanız onu tanıyor insanlar. Okullardan çok şey beklenebilir. Fakat ilk önce örnek olacak olan anne babadır. Doğumdan itibaren ilk 6 yıl içinde çocuğun karakteri yüzde doksan şekilleniyor. Çocuk, gözünün önünde gördüğü işittiği şeylere bakarak seçim yapmayı öğreniyor. Dolayısıyla kimi sevecek, kimi sevmeyecek, anne babası kime özeniyor, kimi kendince değerli görüyor bunu fark ediyor. Bu o çocuğun kendi içinde nerde duracağını öğretir. Bir ömür boyu kim, kimden yana onu bilir. Ben hangi taraftayım bunları anlar. Bu yüzden anne babalar olarak çocuklarımıza sahabeleri tanıtıp onların hayatlarını okuyalım.
Yeni Asya hep manevî değerlerimize hizmet etti
Yeni Asya'nın okurlarına vermeye hazırlandığı Hayatü's-Sahabe kitabı hakkında ne söylersiniz?
Zaten Yeni Asya gazetemiz geçmişten bu güne halkımızın manevî değerlerine çok duyarlı bir tavra sahip. Bu maksatla ortaya konulmuş, sadaka-i cariye nevinden bir hizmet yeri olarak görüyorum. Bu çok yerinde ve isabetli bir seçimdir. Doğru zamanda doğru şeyi yapmak çok önemlidir. Meselâ bugün insanlar dizi filmlere çok meyyaller. Dizi filmler bizde siyere karşılık gelir. Yani siyer bir hayattır. Yaşanmış olaylardır. Diziler tat veriyor insanlara, dolayısıyla buna karşılık bir hayat koymalısınız ortaya. O filmlerde bizim ahlâkımızla örtüşmeyen, bazen tarihimize hakaret eden şeyler dolu. İnsanın kendi soyuna, ecdadına avukatı yok diye bu kadar saldırması en başta edepsizliktir. Bu gün bunu bir insana yapsalar dâvâ açar kazanır. Koskoca bir millet dedesinin avukatlığını yapamıyor maalesef. Bu tür yapımlara karşı en inandırıcı tarafımız sahabedir. Biz kuluz, fakat bizim hakkımızda âyet inmeyecek. Ama onlar hata etmişler hemen ardından âyet gelmiş. Yani test edilmiş onaylanmış demektir. Allah onlara o kadar önem veriyor ki bir hata yapsalar hemen üzerlerine Kur’ân iniyor. Onların hatalarını Allah düzeltiyor. Böyle model hayatları biz Müslümanlar olarak Müslümanlara ve insanlığa anlatabiliriz. Tam zamanı ve mevsimi olduğunu düşünüyorum. Çok isabetli bir zamanda gazetenizin bu konuyu ele alması çok güzel bir karar olmuş. Bu yüzden tebrik ediyorum. İdarecilerine, yazarlarına tüm çalışanlarına bu konuyla alâkalı olarak takdirlerimi, teşekkürlerimi ve hürmetlerimi arz ediyorum. Efendimizde (asm) ve Asr-ı Saadette çok güzel hatıralar ve olaylar var. Hayat-üs Sahabe tam yerinde ve zamanında olmuş. Allah razı olsun.
Ömer Bey bize vakit ayırıp görüş ve fikirlerinizi okuyucularımzla paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Ömer Döngeloğlu kimdir?
1968 yılında Tokat-Zile'de doğdu. İlkokulu Yavuzselim (Altunyurt) İlkokulunda, orta ve liseyi ise Zile İmam-Hatip Lisesinde tamamladı. Önce Anadolu Üniv. Sosyal Bilimler ön lisans, daha sonra Sakarya Üniv. İlâhiyat Fakültesinde eğitim gören Ömer Döngeloğlu; 1986-1996 yılları arasında DİB’e bağlı olarak Tokat-Almus Ormandibi kasabasında on yıl imam-hatip olarak görev yaptı. Halen yaşadığı ve çok sevdiği İstanbul’a 1996 yılında taşındı. Kamuda çeşitli idarî görevlerde bulundu. Yurt içi ve yurt dışında İslâm tarihi ve Siyer-i Nebi ağırlıklı olarak pek çok söyleşi, sohbet, seminer ve konferanslara katıldı ve halen imkân ölçüsünde katılmaya devam ediyor. Çeşitli ulusal TV ve radyo kanallarında programlar yaptı. Bunlardan bazıları şunlardır; son 6 yıldır Ramazanda Kanal-7 ekranlarında yayınlanmış bulunan ‘Eyüb Sultanda sahur özel,’ ‘Ömer Döngeloğlu ile Sahur Vakti’ ve ”Başakşehir Sular Vadisinde Sahur Vakti” isimli programları, yine haftalık olarak yayınlanmış olan ‘O’NUN İZİNDE’ ve 2008 yılı Ağustos Mekke ve Medine’de çekimleri yapılmış olan ‘ÖNDEN GİDENLER’ isimli TV programları yayınlandı.
EBRU OLUR
[email protected]