Birincisi ABD-İran arasındaki krizlere bakıldığında her ne hikmetse bugüne kadar çatışacaklarmış gibi gözüküp, çatışmadıklarını ve günün sonunda her ikisinin de kazançlı çıktığı bir oyunu görüyoruz.
Yani burada bir danışıklı döğüş ya da bir kayıkçı kavgası var.
ANKASAM Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol (2):
RÖPORTAJ: MEHMET KARA - MUHAMMET ÖRTLEK
[email protected]
[email protected]
Birinci Bölüm İçin Tıklayınız
***
ULUSLAR ARASI SİSTEMDE ZEMİN KAYGAN
Türkiye son dönemde Suriye politikasında Rusya, İran ve ABD ile görüşmeler yaptığı oluyor. Libya’ya asker gönderme kararı alan Türkiye, Suriye’de beraber hareket ettiği uluslar arası bu aktörlerle Libya’da karşı karşıya mı gelecek? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
imdi birincisi şu tespiti yapmak lazım. Uluslar arası sistemde zemin fazlasıyla kaygan ve ilişkiler kaypak. O yüzden Türkiye dengeye dayalı çok boyutlu bir dış politika izleme mecburiyetiyle karşı karşıya. Bundan dolayı da ne ABD ile ne de NATO’yla ilişkilerini kesme taraftarı. Ne de Rusya’ya tamamen bağımlı bir politika izleme taraftarı. Ondan dolayı şu an izlenilen politika uluslar arası sistemdeki bu gerçekliğe dayalı bir realist politika, Türkiye açısından. Dolayısıyla şartlar, konjonktür Türkiye’yi böyle bir dış politika izlemeyi mecbur kılıyor.
İkinci husus Suriye’ye bakıldığında, Türkiye ve Rusya farklı tarafları destekledi. Ama sonuçta her iki bu farklı taraflar üzerinden Suriye’nin toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve bağımsızlığını izleyen temel politikada prensipte anlaştı. Dolayısıyla her taraf, farklı tarafları desteklemelerine rağmen bu ortak politika noktasında uzlaşmaları, Suriye’deki oyunu bozdu. Ve Astana süreci ile birlikte Türkiye ve Rusya ikilisi Suriye’de büyük bir inisiyatif kazandı. Bugün Suriye’deki iç savaşın farklı bir seyir izlemesi ve Türkiye’nin sahada artan varlığı bunun bir sonucu.
Benzer bir durum Libya için de geçerli. Libya’ya bakıldığında aslında, Türkiye’nin ve Rusya’nın desteklediği taraflar farklı. Fakat sonuçta her iki ülke de Libya’nın toprak bütünlüğünden, egemenliğinden ve bağımsızlığından yana. Bu da sonuçta Hafter üzerinden Libya’yı bölmeye ve BOP’u gerçekleştirmeye yönelik girişimlerde bulunanlara karşı Rusya’nın çok daha farklı düşündüğü ve burada BOP’da Hafter’i desteklemek suretiyle oyun bozucu rolü üstlendiğini gösteriyor.
IRAK’TA ÜÇ YAPI ARASINDA MÜCADALE VAR
Irak’ta şu an iki buçuk devlet yapılanması var. Yarımı Irak halkının kendisini yansıtıyor. Ama buna karşılık iki paralel devlet yapılanması var. İran ve ABD. Bugün bu üç yapı arasında bir güç mücadelesi söz konusu. Nitekim Irak’taki dinamiklere ve yürütülen protestolara da bakıldığında Irak halkı çok net bir şekilde, ABD kadar İran’ı istemediğini ortaya koyuyor.

Dolayısıyla bu son hadise, Irak üzerinden bölgedeki ABD-İran arasında yaşanan güç mücadelesinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Burada yine özellikle İran’ın verdiği mesaj kriz sürecinde de çok net bir şekilde bir kez daha bu kavgayı ortaya koymuştur. İran, ABD’nin Irak’ı ve bölgeyi terk etmesi gerektiğini söylemiştir. Bu kapsamda da Irak parlamentosunda da, bahsettiğimiz İran paralel devletinden kararı da çıkartmıştır. Bakınız oradaki Şii unsurlar üzerinden, Sünni ve diğer unsurlar burada yer almadı. 170 milletvekili üzerinden parlamentodan bu kararı çıkarttı.
Bir diğer mevzu da şu: Kasım Süleymani üzerinden ABD, İran’a bir tercih yapması gerektiği mesajını da vermiştir. Yani bu büyük savaş öncesi “son ihtar” olarak da belki adlandırılabilir. Zira bakıldığında Trump’ın oradaki kullandığı “Savaştan değil, siz müzakereler üzerinden kazandınız” ifadesi ve müzakere kapısını devamlı şekilde açık tutması “gel biz şu eski oyunumuzu oymaya devam edelim” mesajıyla bana göre eşdeğer.
O yüzden Irak’taki atılacak adımlar ve İran’ın buna vereceği cevap oldukça önemli. Ama bana göre İran eskisi kadar güçlü değil. Zira bu son krizde kendi kamuoyunu da kendi halkını da, sadece Irak’taki kamuoyunu değil, kendi iç dinamikleriyle de karşı karşıya ve rejim ciddi anlamda bir meydan okumayla karşı karşıya. Yani kendi kamuoyunu kaybetmiş rejimin ya da devletin, daha etkili bir politika yürütebilmesi mümkün değil. Burada İran açısından rejim açısından iki seçenek var. ABD’nin istediği şekilde (çünkü süreç işliyor) ya gidecek ABD’ye tabi olacak, bir kez daha İran ABD büyükelçisinden talimatlar alacak İran’daki hükümet. Ya da içerde kanlı bir iç savaş dahil bu sürecin önünü açacak ve İran çok hızlı bir şekilde Rusya ve Çin’in nüfuz alanına dönüşecek. Böylesi bir durum söz konusu.
Zira burada göz ardı edilmemesi gereken bir husus var. Çin hem Irak hem de İran konusunda destek vereceğini bu iki ülkeye açıkladı. Bakınız Trump “Eğer ABD, Irak’tan çekilirse Irak hapı yutar” demişti, hatırlayın. Çin dedi ki “Irak’ın yanındayız.” Dolayısyla bugünkü kavga daha makro planda, ABD ve Çin arasında. Ve İran aslında orda bir vekil aktör. Vekil aktörler kullandığını zanneden bir vekil aktör. Afganistan’la başlayan bir laboratuar var. ABD’nin NATO’da aldırdığı Çin kararı bu açıdan oldukça önemli. Çin bu mesajı çok net bir şekilde aldı. Ve Irak üzerinden İran’ı tekrar dizayn etmeye yönelik buradaki ABD’nin son operasyonu, Çin’in dikkatinden kaçmıyor.
Burada dikkat çekici bir mesaj da Trump’ın “Bizim hedefimiz rejim değil” demesi. Bakınız oysa düne kadar rejim devrim muhafızları üzerinden terörist ilan edilmişti. İran bir terör devletiydi. Ama bu son krizde Trump orada açık kapı bıraktı. Dedi ki “Rejim bizim hedefimiz değil.” Nedir peki hedef? “Rejimin bizim politikalarımıza uygun bir hale gelmesi ve bizi politikalarımıza uygun bir şekilde davranması…” Elbette bu Rusya’nın ve Çin’in dikkatinden kaçmıyor. Ondan dolayı şu ana kadar İran’ın girdiği bir takım angajmanlar, İran’ın dün olduğu gibi bugün ABD ile bir kayıkçı kavgası yürütmesine pek imkan tanıyor. Şartlar değişti. En azından mevcut rejime, bırakın yakın çevresi ve kendi halkı bile inanmıyor. Kendisine duyulan inancı ve güveni kaybetmiş bir rejimin, rahatlıkla ayakta kalabilmesi mümkün değil. Bu rejimin değişmesi gerektiğini, artık, son Ukrayna uçağı hadisesi ile ABD de gördü. Bu rejim üzerinden artık ABD bir politika yürütemeyeceğini bence anlamış oldu. Aynı şekilde Çin ve Rusya da. O yüzden rejimin bu tutarsızlığı rejimin sonunu hızlandırıcı öngörülüyor.
Süleymani hadisesi ABD’nin kırmızı çizgisi
Hocam, bir müddettir Irak’ta işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluklar hakkında halkın sokak gösterilerini görüyoruz. Bu gösterilerin üzerine bir de Şii milislerin ABD büyükelçiliği binasının etrafında ateş yaktıkları, binaya saldırı düzenledikleri gibi haber ve görüntüler izledik. Bu olayların devamında da Kasım Süleymani öldürüldü. Süleymani sonrası Ortadoğu’daki ortamı nasıl okumalıyız? Bazen basında hemen bir savaş senaryosu yazılıyor. Böyle bir savaş senaryosu mümkün mü?
Birincisi ABD-İran arasındaki krizlere bakıldığında her ne hikmetse bugüne kadar çatışacaklarmış gibi gözüküp, çatışmadıklarını ve günün sonunda her ikisinin de kazançlı çıktığı bir oyunu görüyoruz. Yani burada bir danışıklı döğüş ya da bir kayıkçı kavgası var. Bakınız İran, ABD’yi büyük şeytan İsrail’i de küçük şeytan olarak ilan ediyor. Ama İran, özellikle büyük şeytanla işbirliği yapmaktan kaçınmıyor. Ahmedi Necat’ın “Afganistan ve Irak bağlamında biz ABD’ye destek verdik, ABD ile işbirliği yaptık” açıklaması sonrasında; İran’ın Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve bölgede, Afganistan dahil nüfuz alanını genişletmesi, burada aslında kimin kimle nasıl bir mücadele içerisinde olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
İkincisi, Kasım Süleymani hadisesi, İran’ın bu sürecin sonunda daha fazla kazanmak istemesine ve bu anlamdaki hırsına karşı, ABD’nin çizdiği kırmızı çizgi anlamına geliyor. Ve İran’a adete “haddini bil, sınırları daha fazla zorlama” diyor. Nitekim Kasım Süleymani hadisesi öncesi yaşanan gelişmelere bakıldığında orada öncelikli hedefin ABD ve İran arasında Irak’ta yürütülen güç mücadelesinde, ABD’nin Irak’tan çıkarılmasına yönelik olarak verilen bir cevabı görüyoruz. ABD, Kasım Süleymani üzerinden İran’a çok net şu cevabı veriyor: “Irak’taki oyununun farkındayız, buna bir son ver, yoksa savaşı Irak’tan İran’a taşırız.” Bu yüzden Kasım Süleymani hadisesi öncelikle ABD ve İran arasındaki, Irak üzerinde yürütülen bir güç mücadelesinin bir sonucudur. ABD, İran’ın oynadığı oyunun farkında olduğunu görüyor. Trump’ın, “Eğer İran, Irak’taki mevcut tavrını devam ettirirse çok zararlı çıkacaktır” şeklindeki açıklaması bu açıdan önemli.
İkincisi İran’ın burada, Rusya ve Çin’i de yanına almak suretiyle bölgede ABD çıkarlarını ve varlığını hedef alan projelerine yönelik olarak da, ABD, Süleymani üzerinden bir mesaj vermiştir. 27-31 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen ve ABD’yi en geniş anlamda Kızıldeniz’den Malaka boğazına kadarki bölgede dışlamayı merkeze alan üç ülke arasındaki, denizlerdeki yeni güç oluşumuna karşı ABD’nin burada verdiği bir mesaj vardır. Yani “Sen, beni bu bölgeden dışarı çıkartacak bir takım ittifak girişimlerine girersen ben, seni çok acımasız bir şekilde cezalandırırım.” Bu tabi deniz tatbikatı, aynı zamanda Kuşak-Yol güzergahını güvenlik altına almaya yönelik bir girişim olarak da karşımıza çıkıyor. Hem ABD’yi dışlama boyutu var, hem de bölgede Kuşak-Yol güzergahını güvenlik altına alma durumu var.
Burada yine Süleymani’nin Kuşak-Yol’da önemli bir parça olan Akdeniz koridoru projesinin gerçekleştirilmesindeki rolünü de göz ardı etmemek gerekiyor. Süleymani, Akdeniz projesinin Tahran, Bağdat, Şam ve Beyrut’a kadar uzanan karayolunun inşaatını gerçekleştiren bir aktör olarak, bu yönüyle de sembolik anlam taşıyan isimdi. ABD, Süleymani sembolü üzerinden İran’a bir mesaj vermiş vaziyette.
DÜZELTME VE ÖZÜR
Gazetemizin dünkü sayısında yayınlanan, Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol’a yapılan röportajın birinci sayfadaki bölümünde Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Başkanı olarak yayınlanmıştır. Doğrusu, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Kurucu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol olacaktır. Düzeltir, Sayın Prof. Erol’dan ve okuyucularımızdan özür dileriz.
SON