Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir; iman nuru işitir
ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudu-
nu; nizam ise tart eder ittifak-ı evhamsaz.
Ey yoldaş! Şimdi şu âlem-i misalîden çıkarız, hayalî ve-
himden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz,
ederiz yolları berendaz.
Evvelki elîm yolumuz, mağdub ve dâllîn yolu. O yol ve-
rir vicdana, tâ en derin yerine, hem bir hiss-i elîmi, hem
bir şedit elemi. Şuur onu gösterir; şuura zıt olmuşuz.
Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız; ya o
teskin edilsin, ya ihsas da olmasın. Yoksa dayanamayız;
feryadüfizar dinlenmez.
Hüda ise şifadır; heva iptal-i histir. Bu da teselli ister,
bu da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence is-
ter. Hevesat-ı sihirbaz,
Tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem his-
solmasın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fizara
dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.
Demek sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o de-
rece nispeten şu hâlet tesir eder, vicdanı bağırttırır. Her
lezzetin içinde elemi var birer iz.
Demek heves, heva, eğlence, sefahatten memzuç olan
şaşaa-i medenî, bu dalâletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir
yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.
Ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nuranî tarikte
bir hâleti hissettik. O hâletle oluyor hayat maden-i lezzet;
âlâm olur lezaiz.
âlâm:
üzüntüler, elemler.
âlem-i misalî:
hayalî ve temsilî
âlem.
berendaz:
kaldırıp atan.
dalâlet:
sapıklık, doğru yoldan
ayrılma.
dâllîn:
akıl ve ilimle dalâlete dü-
şenler.
elem:
acı, üzüntü.
elem-i elîm :
acı verici üzüntü.
elem-i yeis:
ümitsizlik acısı.
elîm:
üzücü.
ezkâr:
Allah’ı anmalar, zikirler.
feryadüfizar:
bağırıp çağırma.
fizar:
bağırıp çağırma.
güya:
sanki.
hâlet:
duygu.
hayalî vehim:
hayalimizdeki ku-
runtu.
hayat:
canlılık.
heva:
nefsin hoşuna giden şeyler.
heves:
bayağı arzu ve istekler.
hevesat-ı sihirbaz:
sihirli, cezp
edici, nefsin hoşuna giden işler.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak. manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hiss-i elîm:
acı ve üzüntü veren
duygu.
hissolmak:
tatmak, hissetmek,
duymak.
hüda:
hidayet yolu, İslâmiyet.
ihrak:
yakmak.
ihsas:
hissettirme.
iman nuru:
imanın aydınlığı.
iptal-i his:
hissi susturmak.
ittifak-ı evhamsaz:
kuruntu ve
vehim veren birliktelik.
iz:
işaret, alâmet.
lezaiz:
lezzetler.
lezzet:
zevk alma.
maden-i lezzet:
zevk ve lezzet
kaynağı.
mağdub:
Allah’ın öfkesini çe-
kenler.
memzuç:
karışık.
merhem:
ilâç.
meşgale:
iş, bir şeylerle uğ-
raşma, uğraşı.
mizan:
ölçü ve denge.
muhtaç:
ihtiyaç sahibi.
musiki:
müzik.
muztar:
zorda kalma, mec-
bur olma.
nispeten:
kıyasla.
nizam:
düzen, sistem.
nuranî tarik:
nurlu, aydınlık
yol.
reddetmek:
kabul etmemek.
ruh:
insanın manevî yönü.
sefahat:
akılsızlık, oyun ve
eğlence düşkünlüğü.
sırat-ı müstakim:
doğru yol.
şaşaa-i medenî:
medeniyetin
görkemli işleri.
şedit elem:
şiddetli acı.
şifa:
sıhhat.
şuur:
idrak ve bilinç.
tâ:
oraya kadar.
tart etmek:
kovmak.
tegafül:
gaflete düşme, vazi-
fesini unutma, Allah’ı unut-
ma.
tenvim:
uyutma.
tesadüf:
rastlantı.
tesbih:
Allah’ı her türlü ku-
surdan yüce tutarak şanına
lâyık ifadelerle anma.
teselli:
sakinleştirme.
tesir:
etki.
teskin:
sakinleştirme.
ulvî:
yüce, kudsî.
vicdan:
insanın iyiyi kötüden
ayırma duygusu.
vücut:
varlık.
yoldaş:
yol arkadaşı.
zehirbaz:
zehirleyen.
zira:
çünkü.
L
EMAAT
| 1212 | SÖZLER