keza, semayı kandillerle süsleyip nurlandıran ve zemini
çiçeklerle göz kamaştırıcı bir şekilde tezyin eden zatın
masnuu olmam, bana vücut ve kemali vücut itibarıyla ye-
ter.
keza, kâinat bütün kemalât ve mehasiniyle onun ke-
mal ve cemaline nispetle bir zayıf gölgeden ve onun
âyât-ı kemalinden ve işarat-ı cemalinden ibaret olan za-
tın mahlûku ve memlûkü ve abdi olmam, bana fahir ve
şeref için yeter.
keza, had ve hesaba gelmeyen nimetlerini kaf ve nun
arasındaki lâtif sandukçalarda iddihar eden ve milyonlar-
la kantarı tohum ve çekirdek denilen bir avuç dolusu lâtif
sandukçalarda kudretiyle toplayan zat, her şey için bana
yeter.
keza, bütün cemal ve ihsan sahipleri yerine, bana o
Cemîl
ve
Rahîm
olan zat yeter ki, bu güzel masnuat,
mevsimlerin ve asırların ve dehirlerin müruruyla onun en-
var-ı cemalini tazelendirmek için fenâya mazhar olan âyi-
nelerden başka bir şey değildir; ve bu bahar ve yaz mev-
simlerinde tekrarlanan nimetler ve birbirini takip eden
meyveler, mahlûkatın ve günlerin ve senelerin gelip geç-
mesiyle onun daimî nimetlerinin teceddüdü için mazhar-
lardan ibarettir.
keza,
Hâlık-ı Mevt ve Hayat
’ın esmasının cilvelerine
bir harita ve fihriste ve fezleke ve mizan ve mikyas ol-
mam, bana hayat ve mahiyet-i hayat itibarıyla yeter.
Lem’aLar | 837 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
kabı, lâmba.
kemal:
olgunluk, mükemmellik.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
keza:
böylece, bunun gibi.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lâtif:
yumuşak, hoş, güzel, nazik.
mahiyet-i hayat:
hayatın aslı,
esası.
mahlûk:
yaratılmış, yaratık.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar.
masnu:
sanat değeri yüksek sanat
eseri.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mazhar olmak:
iyi bir şeye er-
mek, ulaşmak.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zuhur
ettiği, göründüğü yer.
mehasin:
güzellikler, hüsünler, iyi-
likler.
memlûk:
köle, kul.
mikyas:
derece, ölçü.
mizan:
ölçü, ölçme, ayar.
mürur:
geçip gitme, sona erme.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nispet:
oran, ölçü.
nur:
aydınlık.
rahîm:
sonsuz şefkat ve merha-
met sahibi, çok bağışlayıcı olan Al-
lah.
sandukça:
küçük sandık, kutu.
sema:
gökyüzü, gök.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
vücut:
var olma, varlık.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi Al-
lah.
zemin:
yeryüzü.
abd:
kul, köle.
asır:
yüzyıl.
ayat-ı kemal:
mükemmelliğin
delilleri.
âyine:
ayna.
cemal:
güzellik, iç ve dış gü-
zelliği.
Cemîl:
güzel. Allah’ın isimle-
rinden biri.
cilve:
esma-i İlâhînin tecellisi;
eşya ve insanda, İlâhî kudret
eserlerinin belirip görünmesi.
daimî:
sürekli, devamlı.
dehr:
zaman, çok uzun za-
man, çağ, devir.
envar-ı cemal:
güzellik nurları,
ışıkları.
esma:
isimler.
fahr:
övünme, kıvanç.
fenâ:
son bulma, ölümlülük.
fezleke:
netice, kısaltılmış,
özet.
fihriste:
özet, liste.
had ve hesaba gelmeyen:
pek çok, sınırı, ölçüsü olma-
yan.
Hâlık-ı mevt:
ölümün yaratı-
cısı, Allah.
hayat:
dirilik, canlılık.
iddihar etme:
biriktirme, de-
polama.
ihsan:
iyilik etme, bağışlama,
ikram etme, lütuf, yardım.
işarat-ı cemal:
güzellik işaret-
leri.
itibarıyla:
sayılmak üzere, ba-
kımından.
kâf ve nun:
Allah’ın Kün em-
riyle her işin olması. Kün emri
“Ol” emri olan bu kelime “Kâf”
ve “Nun” harfleriyle yazıldığın-
dan böyle denilmiştir.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, evren.
kandil:
yakılan aydınlatma