keza, onun bütün bu evsafıyla ve esmasıyla beraber
bekası ve varlığı, dünyadaki her bir ferdin fenâ ve zeval
bulan bütün enva-ı mahbubatına bedeldir. öyle ise
(1)
o
?«/
c n
ƒn
dG n
º r
© p
fn
h *G É n
æ o
Ñ° r
ù n
M
demeliyiz.
evet, dünyanın ve içindekilerin devam ve bekası için,
onun Malik’inin ve sâniinin ve Fâtır’ının varlığı ve beka-
sı yeter.
İkinciNükte:
Bekam için Allah bana yeter.
(HaşİYe 1)
Çünkü benim
İlâh’
ım bâkî,
Hâlık’
ım
(HaşİYe 2)
bâkî,
Mûcid’
im bâkî,
Fâ-
tır’
ım bâkî,
Malik
’im bâkî,
Şâhid
’im bâkî,
Ma’bud’
um bâ-
kî ve
Bâis
’im bâkîdir. öyle ise, benim vücudumun zeva-
linde beis yok, hüzün yok, teessüf yok, tahassür yoktur.
Lem’aLar | 829 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
şeyi yoktan var eden, yaratıcı; Al-
lah.
haşiye:
dipnot, açıklayıcı.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek.
Hüve:
Hû; Arabca O, yani Allah.
hüzün:
keder, tasa, gam.
İlâh:
tanrı, İbadet edilmeye lâyık
yegâne varlık, ma’bud, Allah.
keza:
böylece, bunun gibi.
ma’bud:
kendisine ibadet olunan,
tapınılan, kulluk edilen Allah.
malik:
sahip, mülkün sahibi.
meftun:
tutkun, hayran, gönül
vermiş.
mucit:
icat eden, yaratan, yoktan
var eden Allah.
muhtelif:
farklı, çeşitli.
müteaddit:
çok, birçok.
mütekellim:
konuşan, söyleyen.
nefis:
insandaki her türlü kötülüğü
emreden ve fenalıkların kaynağı
olan duygu; şahsiyet, kişilik.
nükte:
ince ve derin manalı. söz
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sıfât:
sıfatlar; özellikler, nitelikler.
sıfât ve hakaik-ı şahsiye:
kişiliğe,
benliğe ait gerçekler ve sıfatlar.
şahit:
şahitlik yapan, şahit, tanık.
şuur:
anlama, kavrama gücü, bi-
linç.
tabaka-i mevcudat-ı nefsiye:
nefse dair varlıkların tabakaları,
dereceleri.
tahassür:
hasret çekme, özlem.
teessüf:
üzülme, bir şeyin tesirini
hissetme, acı duyma.
temessül:
yansıma, görünme.
vücut:
varlık, beden.
zamir:
ismin yerini tutan kelime.
zeval:
sona erme, yok olma.
afak:
insanın kendisinin dışın-
daki varlıklar; insanın dış
âlemi.
Bais:
yaratan, yeniden dirilten
Allah.
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve
kalıcı olan, ebedî, daimî; yok
olmayan, sürekli ve kalıcı olan,
tek varlık olan Allah.
Bâkî-i Zülcelâl:
büyüklük ve
haşmet sahibi sonsuz varlık
olan Allah.
bedel:
karşılık, bir şeyin yerine
verilen ve yerini tutan.
beis:
sakınca, mahzur.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
cilve:
görünme, yansıma.
cilve-i esma:
Cenab-ı Hakkın
isimlerinin yansımaları, görün-
meleri.
ene:
ben, benlik, şahsiyet.
enva-ı mahbubat:
sevilenle-
rin, sevgililerin çeşitleri, türleri.
esma:
isimler.
evsaf:
sıfatlar, vasıflar, nitelik-
ler, özellikler.
Fâtır:
benzersiz ve harika şey-
leri yaratan, her şeyi farklı fıt-
ratlarda yaratan Allah.
fenâ:
fânîlik, ölümlülük.
fert:
şahıs, kişi.
fıtrat-ı insaniye:
insanın ya-
ratılışı.
hakaik-ı şahsiye:
her varlığın
kendine ait g
Hâlık:
yoktan yaratan, her
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
HaşİYe 1:
nasıl ki afakın ve dünyanın fenâ ve zevalinin arkasında
Bâ-
kî-i Zülcelâl’
in bâkî esmasının cilvelerini gördüm, tam teselli buldum;
öyle de şahsıma baktım, şahsımdaki müteaddit, muhtelif tabaka-i mev-
cudat-ı nefsiye ve meftun olduğum sıfât ve hakaik-ı şahsiye gayet
sür’atle zeval ve fenâya koştuklarından, insanın fıtratındaki aşk-ı beka
sırrıyla, o fânîlerde bir beka aradım. Hâlık’ımın bâkî cilve-i esmasını
gördüm. Her bir sıfatımın zevalinde ona temessül eden bir ismin cilve-
sini bâkî gördüm. Ve kat’iyen anladım ki, fıtrat-ı insaniyedeki aşk-ı be-
ka, muhabbet-i İlâhiyeden teşaub eden bir muhabbettir. Mahbubunu
yanlış bir surette arıyor. Âyinede temessül edeni sevmek, aramak lâ-
zımken, âyineyi veya âyinenin ziyneti hükmüne geçen temessülün key-
fiyetini sevmeye başlıyor.
Hüve
yerine
ene
’ye perestiş eder. zevalinden
sonra yanlışını anlıyor. kalb ve mahiyet-i insaniye zîşuur bir âyinedir.
onda temessül edeni şuur ile hisseder, aşk-ı beka ile sever.
HaşİYe 2:
Şu gelecek altı kelimedeki
i
harfleri mütekellim zamiri olup,
kendini gösteriyor.