ediyor, onun Vahid-i ehad ve Ferd-i samed olduğuna şa-
hadet ediyor. o öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, asırları,
meşrepleri, meslekleri muhtelif olan bütün enbiyanın, ev-
liyanın muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını camidir.
Yani bütün o ehl-i kalb ve akıl, altı ciheti münevver olan
kur’ân-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik
eder bir surette o esasatı kitaplarında zikredip kabul et-
mişler.
evet, kur’ân’ın üstünde sikke-i i’caz parlıyor. İçinde ha-
kaik-ı iman, altında berahin-i iz’an vardır. önünde ve he-
definde de saadet-i dâreyn var. nokta-i istinadı ise, mahz-ı
vahy-i rabbanîdir. Çünkü, kur’ân’ı nazil eden zat-ı zül-
celâl, mu’cizat-ı Ahmediye ile, kur’ân vahiy olduğunu gös-
terir, ispat eder. Ve nazil olan kur’ân dahi, üstündeki i’caz
ile gösterir ki, Arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan re-
sul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bidayet-i vahiydeki
telâşı
(HaşİYe)
ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve
herkesten ziyade kur’ân’a karşı ihlâs ve hürmeti gösteri-
yor ki, vahiy olup, ezelden geliyor, ona misafir oluyor.
• Hem kur’ân, bilyakîn, hakaikın mecmaıdır; bizzaru-
re, envar-ı imaniyenin madenidir; bilayan ve şüphesiz,
saadet-i dâreyne isal eder.
• Hem kur’ân’ın verdiği meyveler, bilmüşahede, hem
mükemmeldir, hem hayattardır.
• Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş’et eden bir
hads-i sadık ve kanaatle, kur’ân, hem ins, hem cin, hem
meleğin makbulü ve mergubudur.
Lem’aLar | 819 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
mücmel:
kısa ve az sözle ifade
edilmiş, öz, özet.
mükemmel:
kemal bulmuş, kâ-
mil, tamamlanmış, noksansız.
münevver:
nurlanmış, aydınlan-
mış.
münzel-i aleyh:
üzerine indirilmiş
olan, kendisine Kur’ân-ı Kerîm in-
dirilen Peygamberimiz.
müteferrik:
ayrılan, dağınık, ayrı
ayrı.
nazil:
inen, inici.
neş’et etme:
meydana gelme, ileri
gelme, oluşma.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
nüzul-i vahiy:
vahyin inişi.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed.
saadet-i dâreyn:
iki cihan saadeti,
dünya ve ahiret mutluluğu.
sikke-i i’caz:
mu’cizelik işareti,
damgası.
sırr-ı icma:
sır ve hakikatlerin top-
lamı, dağınık şeyleri bir araya ge-
tirip toplama sırrı.
suret:
biçim, şekil.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tasdik:
doğruluğunu kabul etme,
doğrulama.
telâş:
her hangi bir sebeple ace-
lecilik, tasa, endişe, kaygı.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
vahiy:
bir hakikatin veya bir emrin
Allah tarafından peygamberlere
bildirilmesi.
vaziyet-i bîhuşu:
kendinden
geçme hâli.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
zikir:
anma, anılma, adını anma.
ziyade:
fazla.
HaşİYe:
Nüsha
: Ve ümmî oluşu.
şüphesiz kavrama ve bilme.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı iman:
iman hakikat-
leri.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hedef:
varılmak istenen nokta,
ulaşılmak istenen gaye.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
i’caz:
âciz bırakma, acze dü-
şürme, âciz hâle getirme; tak-
lidi mümkün olmayacak de-
recede düzgün ve kusursuz
söz söyleme.
ihlâs:
samimî, riyasız, karşılık-
sız sevgi ve bağlılık, samimi-
yet, dürüstlük, doğruluk.
ins:
insan, beşer.
isal etme:
ulaştırma, yetiş-
tirme, eriştirme.
kanaat:
kısmetini kabullenme,
elindekiyle yetinme, inanıp
kabul etmek.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mahz-ı vahy-i rabbanî:
Al-
lah’ın esas emirleri, yani Rab-
bimizin Hz. Peygambere haki-
katleri bildirmesi.
makbul:
kabul edilmiş olan,
alınan, reddedilmeyen.
mecma:
toplanılacak yer, top-
lanma yeri.
mergup:
beğenilmiş, çok kıy-
met verilen, istenilen, beğeni-
len.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
metot, meslek.
mu’cizat-ı ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (asm) gös-
terdiği mu’cizeler.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
muvahhidîn:
Allah’ın varlığına
ve birliğine inananlar.