• Hem o zat kat’î, yakînî ve bâhir mu’cizat, harika ir-
hasat, şüphesiz ve vazıh delâil-i nübüvvet sahibidir.
• Hem o zat, kendi zat-ı mübareğinde ahlâk-ı âliyenin
en nihayet meratibini, vazife-i risaletinde secaya-i sami-
yenin en yüksek derecesini, tebliğ ettiği şeriat ve dininde
hasail-i galiyenin en ekmelini camidir.
• Hem o zat, kendi kendine söylemiyor; belki söyletti-
riliyor. zira o, kendisine kur’ân’ı indiren zat-ı zülcelâl’in
tevfiki ve kur’ân’ın i’cazı, kendisinin kur’ân’ı indiren za-
ta olan kuvvet-i imanı ve kendisine indirileni dinleyen bü-
tün ümmetinin keşif ve tahkikatının tasdikleriyle, vahy-i
rabbanînin mazharıdır.
• Hem o zat, değil yalnız ins ve cin âlemini, belki
âlem-i gayp ve âlem-i melekûtu seyir ve temaşa ediyor.
ervahları görüyor, melâikelerle sohbet ediyor, cin ve in-
si de irşat ediyor.
• Hem o zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mü-
kemmel meyvesi ve rahmet-i İlâhiyenin timsali ve muhab-
bet-i rabbaniyenin misali ve hakkın en münevver bürha-
nı ve hakikatin en parlak siracı ve tılsım-ı kâinatın mifta-
hı ve muamma-i hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şari-
hi ve saltanat-ı İlâhiyenin dellâlı; ve mehasin-i sanat-ı rab-
baniyenin vassafı; ve camiiyet-i istidat cihetiyle, o zat
mevcudattaki kemalâtın en mükemmel enmuzecidir. öy-
le ki, o zatın şu evsafı ve şahsiyet-i maneviyesi işaret eder,
belki gösterir ki, o zat kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, “o
zata şu kâinatın Hâlık’ı bakmış, kâinatı halk etmiştir. eğer
onu icat etmeseydi, kâinatı dahi icat etmezdi” denilebilir.
Lem’aLar | 813 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
ler.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
miftah:
anahtar.
misal:
benzer, örnek, numune.
muamma-i hilkat:
yaratılıştaki sır
ve gizlilikler.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muhabbet-i rabbaniye:
yaratan
terbiye edici olan rabbimize du-
yulan sevgi.
mükemmel:
noksansız, tam, ek-
siksiz.
münevver:
nurlanmış, nurlandırıl-
mış.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
saltanat-ı İlâhîye:
Cenab-ı Allah’ın
saltanatı.
secaya-i samiye:
yüksek ve kıy-
metli seciyeler, ahlâklar.
seyir:
görülmeye, seyredilmeye
değer şey.
siraç:
ışık, kandil, lâmba.
şahsiyet-i manevîye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
şarih:
şerh eden, açıklayan kimse.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
tahkikat:
araştırmalar, soruştur-
malar.
tasdik:
doğruluğunu kabul etme,
doğrulama.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
temaşa:
bakma, bakıp seyretme.
tevfik:
Allah’ın yardımı, başarılı kıl-
ması.
tılsım-ı kâinat:
kâinatın tılsımı, ev-
renin gizli sırrı.
timsal:
resim, suret, şekil.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
vahy-i rabbanî:
peygamberlere
inmiş İlâhî bilgi, emir ve yasaklar.
vassaf:
birinin ya da bir şeyin özel-
liklerini bildirerek anlatan, tanıtan
veya öven.
vazife-i risalet:
peygamberlik va-
zifesi.
vazıh:
açık, ayan, aşikâr.
yakînî:
kat’î, şüphe edilmeyecek
bilgiye ait, onunla ilgili.
zat-ı mübarek:
mübarek zat, ha-
yırlı kimse.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
harika:
her zaman rastlanma-
yan, alışılmışın üstünde olup
hayranlık hissi uyandıran şey.
hasail-i galiye:
yaratılıştan
olan değerli ve yüksek huylar,
tabiatlar, özellikler.
hikmet-i âlem:
âlemin hik-
meti, kâinatın yaratılmasın-
daki gaye ve fayda.
icat:
yoktan var etme.
i’caz:
benzerini yapmada in-
sanı âciz bırakma, âcze dü-
şürme, âciz hâle getirme.
illet-i gaiye:
meydana gelmesi
için çaba harcanan şey, amaç,
ideal.
ins:
insan, beşer.
irhasat:
Hz. Muhammed’in
peygamberliğinden
önce
meydana gelen harikulâde
hâller, onunla ilgili olarak mey-
dana gelen olağanüstü olay-
lar.
irşat:
doğru yolu gösterme;
gafletten uyandırıp hidayet
yolunu gösterme.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, evren.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kemalât:
iyilikler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
keşif:
olacak bir şeyi evvelden
anlama; gizli bir şeyin Allah ta-
rafından birisine ilham edil-
mesi yoluyla bilinmesi.
keşşaf:
keşfeden, keşif sahibi,
gizli bir şeyi meydana çıkaran.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
mazhar:
bir şeyin zuhur ettiği,
göründüğü yer.
mehasin-i sanat-ı rabbaniye:
Rabbimizin dünyada görünür
hâle gelen sanatının güzellik-
leri.
meratip:
mertebeler, derece-