• Hem kur’ân vahiy olmakla beraber, ukalâ-i kâmilî-
nin ittifakıyla da sabittir ki, delâil-i akliye ile teyit ve tah-
kim edilmiştir.
• Hem kur’ân, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır.
Vicdanın itminanı şahadetiyle, fıtrat-ı selime onu tasdik
ediyor.
• Hem kur’ân, bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve dai-
mî bir mu’cizedir.
• Hem kur’ân’ın içinde öyle bir göz var ki, bütün kâ-
inatı kemal-i vuzuh ile görür, ihata eder, ve bir kitabın
sayfaları gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlem-
lerini beyan eder.
• Hem kur’ân’ın mertebe-i dersinde öyle bir genişlik
var ki, bir tek dersinde, mele-i âlâdaki melâike-i mukar-
rebîninin bir ferdi Hazret-i Cibril (
As
), bir tıfl-ı nevresîde
ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar.
İşte şöyle bir kur’ân-ı Azîmüşşan’dır ki,
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
dp
G n
’
ve
(2)
*G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
’ o
¬s
`fn
G r
ºn
? r
YÉn
a
der, mükerrer ve kat’î şahadet-
leriyle, âlem-i şahadette âlem-i gaybın lisanı olarak vah-
daniyeti ilân eder.
v v v
Lem’aLar | 821 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
hiç son bulmayacak şekilde sü-
ren.
ferd:
tek, kişi.
fıtrat-ı selime:
bozulmamış yara-
tılış, sağlam huy, tabiat.
fıtrat-ı selime:
bozulmamış yara-
tılış, sağlam huy, tabiat.
ihata:
sarma, kuşatma.
itminan:
inanma, güvenme, gönül
rahatlığı içinde şüphesiz kabul
etme.
ittifak:
bir konuda, ortak bir ga-
yede anlaşma, fikir birliği etme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, evren.
kat’î:
kesin.
kemal-i vuzuh:
tam bir açıklık.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
melâike-i mukarrebîn:
büyük
meleklerden bir zümre.
mele-i âlâ:
semavatın en yüksek
mertebesi.
mertebe-i ders:
ders mertebeleri,
eğitimde görev basamakları.
mu’cize:
peygamberler tarafından
ortaya konmuş olağanüstü hâl ve
hareketlerden her biri, benzerini
yapmaktan insanların âciz kaldığı
şey.
musaddak:
tasdik olunmuş, doğ-
rulanmış, gerçekliği kabul edilmiş,
tasdikli.
mükerrer:
tekrar ederek, defa-
larca.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tabakat:
tabakalar, dereceler, ba-
samaklar.
tahkim etmek:
kuvvetlendirmek,
sağlamlaştırmak.
tasdik etme:
gerçek ve doğrulu-
ğunu kabul etme, onaylama.
teyit:
doğrulama, doğru çıkarma,
destekleme.
tıfl-ı nevresî:
yeni yetişen çocuk,
genç çocuk.
ukalâ-i kâmilîn:
olgun, mükem-
mel akıl sahipleri.
vahdaniyet:
Allah’ın varlığı ve bir-
liği.
vahiy:
bir hakikatin veya bir emrin
Allah tarafından peygamberlere
bildirilmesi.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etmeye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
âlem:
dünya, cihan, bütün ya-
ratılmışlar, varlık sınıflarından
her biri.
âlem-i gayb:
dış duyularla
gözlemlenemeyen, varlığı ke-
sin olan, aslı Allah tarafından
bilinen, görünmeyen başka
dünyalar.
âlem-i şehadet:
görülen, şahit
olunan âlem, dünya.
beyan:
anlatma, açık söyleme,
bildirme, izah.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak, görür şekilde.
cihet:
yön, taraf.
daimî:
sürekli, devamlı.
delâil-i akliye:
akıl ile bulunan
deliller, akla ait deliller.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli,
1.
Ondan başka ilâh yoktur. (Bakara: 163, 255; Âl-i İmran Suresi: 2, 6, 18; Nisâ Suresi: 87; En’am
Suresi: 102, 106; A’raf Suresi: 158; Tevbe Suresi: 31, 129; Hûd Suresi: 14; Ra’d Suresi: 30; Ta-
ha Suresi: 8, 98; Mü’minun Suresi: 116; Neml Suresi: 26; Kasas Suresi: 70, 88; Fâtır Suresi: 3;
Zümer Suresi: 6; Gafir Suresi: 3, 62, 65; Duhan Suresi: 8; Haşir Suresi: 22, 23; Tegabün Suresi:
13; Müzzemmil Suresi: 9)
2.
Bilin ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)