o
Vâris
ki,
Bâis-i Bâkî’
dir; öyle ise ahbabın firakından
ahufizar etmemek gerektir. Çünkü her şeyi tekrar dirilte-
cek olan ve bütün onlar kendisine dönen
Bâkî-i Zülke-
mal’
in bekası ve varlığıyla, umum ahbap idam-ı ebedîden
kurtulup bir saadet-i sermediyeye mazhar olur.
o
Cemîl
ki,
Celîl-i Bâkî’
dir; öyle ise güzel şeylerin ze-
valiyle mahzun olmamak gerektir. Çünkü onlar öyle bir
Zat-ı Zülcemal’
in esmasının âyineleridir ki, kendilerinin
zevalinden sonra da o güzel esmanın bekaları devam
eder.
o Ma’bud ki,
Mahbub-i Bâkî’
dir; öyle ise mecazî mah-
bupların zevalinden elem çekmemek gerektir. Çünkü
Mahbub-i Hakikî’
nin bekası ve varlığıyla bütün o dostla-
rın vücutları beka bulur.
o
Rahmanü’r-Rahîm
ki,
Vedûd
ve
Raûf-i Bâkî’
dir; öy-
le ise zahirî mün’im ve müşfiklerin zevaline ehemmiyet
vermemek, onlar için gam çekmemek ve me’yus olma-
mak gerektir. Çünkü rahmet ve şefkati her şeyi ihata
eden
Zat-ı Zülcelâl
bâkîdir.
o
Cemîl
ki,
Lâtif
ve
Atûf-i Bâkî’
dir; öyle ise zahirî lütuf
ve şefkat sahiplerinin zevalinden muazzep olmamak ve
ehemmiyet vermemek gerektir. Çünkü onlara mukabil,
hepsi onun tecelliyatından bir tek tecellinin dahi yerini
tutamayan
Fâtır-ı Zülcelâl
bâkîdir.
Lem’aLar | 827 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
sevgili.
mahzun:
üzülme, üzüntü.
mazhar:
görünme yeri, kavuşma,
erişme.
mecazî:
kelimenin kendisi için
konduğu gerçek anlamının dı-
şında.
me’yus:
ümitsiz, ümidi kesilmiş,
kederli.
muazzep:
azap içinde bulunma,
acı duyma.
mukabil:
karşılık.
mün’im:
nimet veren, ikram eden,
yedirip içiren, nimetlendiren.
müşfik:
şefkatli, merhametli, acı-
yan; seven, sevgi ve ilgi gösteren.
rahmanü’r-rahîm:
hem bütün
varlıklara ayrım yapmaksızın mer-
hamet eden Rahman, hem de
acizlere eli ermez gücü yetmez-
lere, yavrulara ve cenneti kazanan
mü’minlere özel olarak merhamet
eden Rahîm olanAllah.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
rauf-i Bâkî:
sonu olmayan, bâkî
olan ve çok esirgeyen, merhamet
sahibi Allah.
saadet-i sermediye:
sonsuz mut-
luluk.
şefkat:
acımak, karşılıksız merha-
met etme, sevgi.
tecelli:
görünme, belirme.
tecelliyat:
tecelliler, yansımalar.
umum:
bütün, herkes.
Vâris:
bâkî olan, her şeyin kendi-
sine döneceği, vârislerin en hayır-
lısı Allah.
Vedûd:
çok muhabbetli, çok şef-
katli Allah.
vücut:
varlık.
zahirî:
açık, görünen, görünürdeki.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük ve
haşmet sahibi olan Allah.
Zat-ı Zülcemal:
cemal, lütuf, rah-
met ve güzellik sahibi olan Allah.
zeval:
sona erme, yok olma.
ahbap:
dostlar, sevilen dost-
lar.
ahufizar:
ah edip ağlama.
atûf-i Bâkî:
mahlûkatına çok
acıyan, pek merhametli ve
ebedî, sonu olmayan Allah.
âyine:
ayna.
Bais-i Bâkî:
yeniden yaratan,
ölüleri tekrar dirilten Allah.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gel-
mez, sonsuz. olmayan şeyleri
yaratan Allah.
Bâkî-i Zülkemal:
bâkî ve ke-
mal sahibi olan Allah.
beka:
sonsuzluk, kalıcılık, de-
vamlılık.
Celil-i Bâkî:
her şey yok olur-
ken zatıyla yok olmayan de-
vamlılık ve sonsuz büyüklük
sahibi, mertebesi çok yüksek
olan Allah.
Cemîl:
güzel, Cenab-ı Hakkın
isimlerinden biri.
ehemmiyet:
kıymet, değer,
önem.
esma:
isimler.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve benzeri
firak:
ayrılık, ayrılma.
gam:
keder, üzüntü.
idam-ı ebedî:
sonsuza kadar
yok olma, sonsuz yokluk.
ihata:
kuşatma, sarılma.
Lâtif:
Allah’ın güzel isimlerin-
den; yumuşak, hoş, güzel, na-
zik, narin.
lütuf:
iyilik, ikram ve yardım.
ma’bud:
kendisine ibadet olu-
nan, tapınılan, kulluk edilen
Allah.
mahbub-i Bâkî:
ölümsüz ve
sonsuz sevgili olan Allah.
mahbub-i Hakikî:
gerçek sev-
gili olan Allah.
mahbup:
sevilmiş, sevilen,