DördüncüNükte
Benim suretimi ve emsalim olan zîhayatların suretleri-
ni basit bir sudan lâtif sanatıyla ve her şeye nüfuz eden
kudreti ve hikmetiyle ve her şeyi her şe’niyle ihata eden
rububiyetiyle açan zat, bütün metalibim için bana yeter.
keza, beni inşa eden, kulağımı ve gözümü açan, cis-
mime lisanımı ve kalbimi derç eden, vücuduma ve ciha-
zatıma, rahmet hazinelerinin çeşit çeşit müddeharatını
tartacak hesapsız mizanlar yerleştiren ve keza lisanıma ve
kalbime ve fıtratıma, esmasının çeşit çeşit definelerini an-
lamaya yarayacak hesapsız hassas aletler yerleştiren zat,
benim bütün makasıdıma yeter.
keza, bana bütün enva-ı nimetini ihsas etmek ve ek-
ser tecelliyat-ı esmasını tattırmak için, celîl ulûhiyetiyle ve
cemîl rahmetiyle ve kebir rububiyetiyle ve kerîm re’fetiy-
le ve azîm kudreti ve lâtif hikmetiyle benim küçük ve ha-
kir şahsımda ve zayıf ve fakir vücudumda bu aza ve alâtı
ve bu cevarih ve cihazatı ve bu havas ve hissiyatı ve bu
letaif ve maneviyatı derç eden zat bana yeter.
BeşinciNükte
Ben ve her bir fert, hâlen ve kàlen, müteşekkir ve müf-
tehir olarak, şöyle demeliyiz:
Lem’aLar | 843 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
kerîm:
“ikram ve ihsanı bol olan”
anlamında Allah’ın bir ismi.
keza:
böylece; aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet.
lâtif:
yumuşak, hoş, güzel, nazik,
narin.
letaif:
kalb, ruh, sır gibi duygular,
incelikler, güzellikler.
lisan:
dil.
makasıd:
maksatlar, gayeler.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, dinden, imandan ve mu-
kaddesattan gelen kuvvet, manevî
hâller.
metalip:
istenen şeyler, istekler,
arzular.
mizan:
ölçü, tartı.
müddeharat:
depolananlar.
müftehir:
iftihar eden, övünen.
müteşekkir:
teşekkür eden, iyilik
bilen.
nüfuz etme:
bir şeyin içine işle-
mek, geçmek; hükümlerinin işle-
mesi, geçerli olması.
nükte:
ince ve derin manalı söz.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama.
re’fet:
esirgeme, koruma, acıma,
merhamet, şefkat etme.
rububiyet:
Allah’ın her zaman, her
yerde, her mahlûka muhtaç ol-
duğu şeyleri vermesi, terbiye, ted-
bir ve sahipliği ve besleyiciliği özel-
liği.
sanat:
bir şeyi yapmada gösterilen
ustalık, hüner, bilgi.
suret:
biçim, görünüş, kılık, kıya-
fet.
şe’n:
şan, durum, özellik, tavır,
olay.
tecelliyat-ı esma:
Allah’a ait isim-
lerin kâinat ve mahlûkat üzerinde
görülen yansımaları.
ulûhiyet:
İlâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vücut:
var olma, varlık.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi Al-
lah.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
âlât:
aletler.
alet:
organ.
aza:
organlar.
azîm:
büyük.
celîl:
büyük, ulu.
cemîl:
güzel.
cevarih:
el, ayak gibi organ-
lar.
cihazat:
azalar, organlar.
cisim:
beden, vücut.
define:
değerli eşyanın bulun-
duğu yer, hazine.
derç etmek:
arasına yerleştir-
mek.
ekser:
en çok, daha ziyade.
emsal:
numuneler, örnekler,
eş, benzer.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
esma:
isimler.
fert:
şahıs, kişi.
fıtrat:
yaratılış.
hakir:
itibarsız, değersiz.
hâlen:
durumca, hâl bakımın-
dan.
hassas:
incelikli, en ufak ölçü-
leri sağlıklı ve kesin olarak ve-
ren.
havas:
hasseler, hisler, duygu-
lar.
hazine:
kıymetli şeylerin sak-
landığı sağlam yer.
hesapsız:
sayısız.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda, ilim.
hikmet:
yaratılıştaki İlâhî
gaye, fayda.
hissiyat:
hisler, duygular.
ihata:
sarma, kuşatma.
ihsas etmek:
hissettirmek,
sezdirmek, duyurulmak.
inşa etmek:
kurmak, yapmak,
yaratmak.
kàlen:
sözle, söyleyerek.
kebir:
büyük.