• sür’at ve sühulet ve kesret-i mutlaka içinde müşahede
edilen intizam-ı mutlak ve ittizan-ı mutlak ve imtiyaz-ı
mutlakın şahadetiyle,
• imdad-ı vahidiyet ve yüsr-i vahdet ve tecelli-i ehadi-
yet sırrıyla,
• vücup ve tecerrüt ve mübayenet-i mahiyet hikmetiy-
le,
• adem-i takayyüt ve adem-i tahayyüz ve adem-i tecez-
zi sırrıyla, hiç ihtiyaç da yok.
Faraza ihtiyaç olsa,
• avaik ve mevaniin dahi, insandaki asap gibi yahut
seyyalât-ı lâtifeyi nakleden madenî hatlar gibi, bir vesile-i
teshile inkılâp etmesi hikmetiyle,
• cezalet itibarıyla zerre yıldızdan, cüz neviden ve küll-
den, cüz’î küllîden, az çoktan, küçük büyükten, insan
âlemden ve tohum ağaçtan daha aşağı olmadığı hikme-
tiyle,
• o kudrete nispeten zerreler ve yıldızlar, az ve çok, kü-
çük ve büyük, cüz’î ve küllî, cüz ve küll, insan ve âlem,
tohum ve ağaç müsavidir; onları halk edenin, bunları da-
hi halk etmesi istib’at olunamaz. zira ihata olunan mev-
cudat, o küllî ve muhit mevcudatın misal-i musağğarı olan
küçücük mektuplar yahut onlardan sağılmış ve süzülmüş
noktalar hükmündedir.
Lem’aLar | 765 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
ram.
madenî:
madenle ilgili.
mevani:
mânialar, engeller.
mevcudat:
var olan her şey.
misal-i musağğar:
küçültülmüş
örnek.
muhit:
kuşatan, saran.
mübayenet-i mahiyet:
mahiyet-
teki farklılık, ayrılık, zıtlık, birbirine
benzemezlik.
müsavi:
eşit, denk.
müşahede:
bir şeyi gözle görme.
nakletmek:
bir şeyi başka bir yere
götürmek, taşımak.
nevi:
tür, çeşit.
nispet:
oran, ölçü.
seyyalât-ı lâtife:
hava, ısı, ışık ve
elektrik gibi akıp giden güzel, hoş
ve şeffaf varlıklar.
sır:
biri şeyin dikkat, tecrübe, ye-
tenek ve sezgi yardımıyla kavra-
nabilen en zor yanı.
sühulet:
kolaylık.
sür’at:
çabukluk.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tecelli-i ehadiyet:
Allah’ın her bir
şeyde görünen birliğinin tecellisi.
tecerrüt:
soyutlanma, ayrılma.
vesile-i teshil:
kolaylaştırma ve-
silesi.
vücup:
varlığı zorunlu olma, ge-
rekme.
yüsr-i vahdet:
bir elde ve bir mer-
kezde bütün işlerin kolaylıkla ya-
pılması.
zerre:
maddenin en küçük par-
çası, molekül, atom, en küçük
parça.
adem-i tahayyüz:
hacimsizlik,
yer kaplamamak, yer ile bağlı
olmama.
adem-i takayyüt:
kayıtsızlık,
bir şeye bağlı olmayış.
adem-i tecezzi:
parçalanmaz-
lık, ayrılmazlık, bölünmez oluş.
âlem:
dünya, cihan; kâinat.
asap:
damarlar, sinirler.
avaik:
engeller, zorluklar, zor
işler.
cezalet:
sözde kelimelerin
düzgün dizilişinden doğan gü-
zellik.
cüz:
parça, bütünü oluşturan
parçalar.
cüz’î:
az, parçaya ait.
faraza:
farz edelim ki, var sa-
yalım ki.
halk etme:
yaratma, yaratış.
hat:
yazı, çizgiler.
hikmetiyle:
gaye, maksat ve
faydalarıyla.
hükmünde:
yerinde, değe-
rinde.
ihata:
sarma, kuşatma.
ihtiyaç:
gereklilik.
imdad-ı Vahidiyet:
kâinattaki
bütün mahlûkatın bir elden
çıkmış olmasının, kâinatta ya-
pılan faaliyetlerde sağladığı
kolaylık.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
intizam-ı mutlak:
tam inti-
zam, her şeyi kuşatmış düzen.
istib’at:
uzak görme, şüphe-
lenme.
ittizan-ı mutlak:
mutlak ölçü-
lülük.
kesret-i mutlaka:
sınırsız çok-
luk.
kudret:
güç, kuvvet.
küll:
tümel, bütün, genel.
küllî:
tümel, genel, bütün bi-
reyleri içine alan genel kav-