Lem'alar - page 739

kaçınılmaz olur; ayrıca, ilmî bir kalıbın mevcut olmayışı
sebebiyle, o zîhayatın cismindeki zerrelerin muhafazası
için, her zerrede küllî bir ilmin ve bir irade-i mutlakanın
bulunması gerekecektir. Bununla beraber, şerikler müs-
tağniyetü’n-anha ve mümteniatü’n-bizzat, yani hiç onla-
ra ihtiyaç olmadığı gibi ve vücutları muhal oldukları hâl-
de, onları dava etmek sırf tahakkümîdir ve mevcudattan
hiçbir şeyde böyle bir ihtimal için ne bir emare, ne bir işa-
ret mevcut değildir.
zira kâinatın hilkati, bizzarure, gayr-i mütenahi bir kud-
ret-i kâmile icap ettirir; şeriklere hiç ihtiyaç yoktur. eğer
şerik bulunsa, mütenahi diğer bir kuvvet, hiçbir zaruret
olmadan, hatta zaruret bunun tam aksi iken, o nihayet-
siz ve gayet kemaldeki kudreti, nihayetsiz olduğu bir va-
kitte tahdit edip ona nihayet vermek lâzım gelir ki, bu,
beş vecihle muhaldir. İşte, şerikler böylece mümtenidir-
ler; ve kâinatın mevcudatından hiçbir şeyde, mezkûr ve-
cihlerle mümteni bulunan şeriklerin varlığına dair bir işa-
ret yahut tahakkukuna dair bir emare yoktur.
Bu mesele, otuz İkinci sözün Birinci Mevkıfında
zerrattan seyyarata, İkinci Mevkıfta semavattan teşahhu-
sat-ı vechiyeye kadar, hepsi de üzerlerindeki sikke-i tev-
hidi göstererek şirki reddeden mevcudatın cevaplarıyla
izah edilmiştir.
Lem’aLar | 739 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
a
bakımından imkânsız olan, var ol-
masına mümkün olmayan.
müstağniyetü’n-anha:
kendile-
rine hiç ihtiyaç duyulmayanlar.
mütenahi:
sonsuz.
nihayet vermek:
son vermek.
nihayetsiz:
sonsuz.
semavat:
semalar, gökler.
seyyarat:
gezegenler.
sikke-i tevhid:
tevhid mührü, bir-
lik damgası, izi.
sırf:
ancak, yalnız.
şerik:
ortak.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
tahakkümî:
manasız iddia, delilsiz
olarak haklılık dava etme.
tahdit etme:
had koyma, sınır-
lama.
teşahhusat-ı vechiye:
yüzdeki ki-
şilik, herkesin yüzünde onu diğer
insanlardan ayıracak belirtilerin ol-
ması.
vakit:
zaman, an.
vecih:
yön, cihet.
vücut:
var olma, varlık.
zaruret:
mecburiyet, zorunluluk.
zerrat:
çok ufak parçalar, mole-
küller, atomlar.
zerre:
maddenin en küçük par-
çası, molekül, atom.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
aksi:
ters, zıt.
bizzarure:
zarurî olarak, ister
istemez, mecburen.
cisim:
beden, gövde.
dair:
alâkalı, ait, ilgili.
dava etmek:
takip edilen fikir
doğrultusunda iddia etmek.
emare:
alâmet, nişan, belirti,
karine.
gayet:
son derece, çok.
gayr-i mütenahi:
sonsuz.
hâl:
durum, vaziyet.
hilkat:
yaratma, yaratış; yara-
tılma, yaratılış.
icap:
gerekme hâli, lâzım, ge-
rekli, lüzum.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtiyaç:
gereklilik.
ilim:
bilime, biliş, bilgi.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
irade-i mutlak:
mutlak irade,
sınırsız seçme özelliği.
işaret:
nişan, alâmet, iz.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, evren.
kemal:
olgunluk.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i kâmile:
tam ve nok-
sansız kudret, kuvvet.
küllî:
bütünü kapsayan, genel,
büyük, çok miktarda.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mesele:
konu.
mevcudat:
var olan her şey,
yaratılmış şeylerin tamamı.
mevcut:
var olan, bulunan,
olan.
mevkıf:
durak, bölüm.
mezkûr:
adı geçen, anılan.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
muhal:
imkânsız, olması
mümkün olmayan.
mümteni:
imkânsız, olamayış.
mümteniatü’n-bizzat:
kendisi
1...,729,730,731,732,733,734,735,736,737,738 740,741,742,743,744,745,746,747,748,749,...1406
Powered by FlippingBook