Hem o meyve ve tohumlar hikmet-i rabbaniyenin tel-
vihatıdır ki, Hâlık-ı külli Şey’in, o cüz’î mevcutlara müte-
veccih küllî nazarının, onların cüzlerine dahi baktığını gös-
terir. Çünkü o ağacın halk edilmesinden en zahir mak-
sat, onun meyvesidir. İşte, beşer de şu kâinatın meyvesi-
dir ve Hâlık-ı kâinat nazarında en zahir maksut odur.
kalb de bir tohumcuk gibidir ve sâni-i Mahlûkatın en mü-
nevver âyinesi odur. İşte şu hikmettendir ki, bu kâinatta-
ki şu küçücük insan, bu mevcudatta haşir ve neşir gibi
muazzam inkılâplara ve kâinatın tahrip ve tebdil ve tahvil
ve tecdidine en zahir bir medar olur.
Allahü ekber. Sen, akılların künh-i azametine erişeme-
diği bir Zat-ı Zülcelâl’sin, ey Kebir!
zira, bütün eşya
(1)
n
ƒ o
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G '
= ’
deyip kâinatın azîm hal-
ka-i zikrinde beraber zikrederek çalışıyorlar.
Vakitbevakit lisan-ı istidat ile Cenab-ı Hak’tan hukuk-i
hayatını “Yâ Hak!” deyip hazine-i rahmetten istiyorlar.
Baştan başa da hayata mazhariyetleri lisanıyla “Yâ
Hayy!” ismini zikrediyorlar.
üÇüNCü merteBe
(HaşİYe)
İzahı Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başındadır.
Lem’aLar | 747 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
hikmet-i rabbaniye:
Rabbimize
özgü hikmet, Rabbimizin varlıkları
bir gaye ve fayda gözeterek ya-
ratması, terbiye etmesi.
hukuk-ı hayat:
yaşama hakkı, hu-
kuku.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, evren.
kebir:
büyük, ulu, yüce.
küllî:
umumî, bütün, hepsi.
künh-i azamet:
büyüklüğün cev-
heri, özü, kök ve asılları.
lisan:
dil.
lisan-ı istidat:
kabiliyet dili.
maksat:
istenilen şey, varılmak is-
tenen nokta, hedef, niyet, meram.
maksut:
istenen, arzu edilen, kas-
tedilen şey.
mazhariyet:
ayna olma, görünme
yeri olma.
medar olmak:
dayanak noktası,
sebep, vesile.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudat:
yaratılan, var olan her
şey.
mevcut:
var olan.
mevkıf:
durak, bölüm.
muazzam:
çok büyük, muhteşem.
münevver:
nurlandırılmış, parla-
tılmış, aydınlatılmış.
müteveccih:
yönelen.
nazar:
göz atma, bakma, bakış.
neşir:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
Sâni-i mahlûkat:
yaratıkların ya-
ratıcısı, sanatkârı olan Allah.
tahrip:
yıkma, kırıp dökme,
bozma.
tahvil:
bir hâlden bir hâle getirme,
değiştirme, döndürme, çevirme.
tebdil:
değiştirme, döndürme,
dönüştürme.
tecdit:
yenileme, yenilenme, yeni
hâle getirme.
telvihat:
telvihler, açıklamalar.
vakitbevakit:
bir vakitten bir
vakte.
yâ Hak:
yâ Allah.
zahir:
görünen, görünücü, açık,
belli, meydanda.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
zikir:
anma, anılma.
zikretme:
anma, hatıra getirme,
iyilikle anma.
akıl:
insanda bulunan dü-
şünce, anlama ve tedbir alma,
iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme
hassası, us.
allahü ekber:
Allah en büyük
ve en yücedir.
âyine:
ayna.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
beşer:
insanlık, âdemoğlu.
Cenab-ı Hak:
Hakkın tâ ken-
disi olan, şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
cüz:
kısım, parça, bölük.
cüz’î:
pek az, küçük.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
Hâlık-ı Külli Şey:
kâinatta
mevcut olan her şeyin yaratı-
cısı, Allah.
halk etmek:
yaratmak, yara-
tılış.
halka-i zikir:
zikir halkası, zikir
esnasında daire şeklinde
oturma.
haşir:
ölümden sonra dirilip
toplanma, birleşme, bir araya
gelme.
haşiye:
dipnot, derkenar.
Hay:
gerçek hayat sahibi olan,
Allah.
hayat:
yaşayış, yaşama.
hazine-i rahmet:
rahmet ha-
zinesi.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda, ilim.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Haşir Suresi: 22, 23; Bakara Suresi: 255; v.d.)
HaşİYe:
Bu üçüncü Mertebe, cüz’î bir çiçeği ve güzel bir kadını nazara
alıyor. koca bahar bir çiçektir. Cennet dahi bir çiçek gibidir. o merte-
benin mazharlarıdırlar. Ve âlem, güzel ve büyük bir insan; ve huriler
nev’i ve ruhanîler taifesi ve hayvanlar cinsi ve insan sınıfı, her biri
manen güzel bir insan hükmünde, bu mertebenin gösterdiği esmayı
safahatıyla gösteriyor.