meyveler, bilmüşahede, o rahmanirrahîm’in hedâyâ-i
rahmetidir. o mu’cizat-ı kudret şöyle şahadet ediyor ve
şu havarik-ı sanat nida ediyor ve bu hedâyâ-i rahmet ilân
ediyor ki, evvelkinin Hallâk’ı ve diğerinin Musavvir’i ve
ahirkinin Vahib’i olan zat her şeye kadîr, her şeye alîm-
dir. onun rahmeti ve ilmi her şeyi kuşatmıştır. kudreti-
ne nispeten zerreler ve yıldızlar, az ve çok, küçük ve bü-
yük, mütenahi ve gayr-i mütenahi, her şey müsavidir. o
sâni-i Hakîm’in mu’cizat-ı sanatı olan mazinin bütün vu-
kuat ve garaibi şahadet eder ki, o sâni, Hallâk-ı Alîm ve
Aziz-i Hakîm olduğundan, istikbalin bütün imkânat ve
acaibine kadirdir.
Her türlü noksandan ve kusurdan münezzehtir o zat
ki, ilminin mu’cizeleri, sanatının harikaları, cûd ve seha-
sının hediyeleri ve lütfunun bürhanları olan müzeyyen
hayvanatı, münakkaş kuşları, meyveli ağaçları ve çiçekli
nebatatı ile, yeryüzü bahçesini sanatının meşheri, mahlû-
katının mahşeri, kudretinin mazharı, hikmetinin medarı,
rahmetinin çiçekliği, cennetinin tarlası, mahlûkatının res-
migeçit meydanı, mevcudatının seyelângâhı, masnuatının
ölçeği yapmıştır.
Lem’aLar | 743 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
tıklar, Allah tarafından yaratılan-
lar.
mahşer:
kıyamet koptuktan sonra
ölülerin diriltilip toplanacakları yer.
masnuat:
sanatla yapılmış olan
eserler, varlıklar.
mazhar:
zuhur yeri, ortaya çıkıp
görünme yeri.
mazi:
geçmiş zaman.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
meşher:
sergi.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmış şeylerin tamamı.
mu’cizat-ı kudret:
kudret mu’ci-
zeleri, yani Allah’ın sonsuz gücü-
nün varlıklarda görünen mu’cize-
leri.
mu’cizat-ı sanat:
sanat mu’cize-
leri.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
musavvir:
tasvir eden, şekil veren,
biçimlendiren.
münakkaş:
nakışlı, resimli, işle-
meli.
münezzeh:
temiz arınmış, kusur
ve eksiklikten uzak, berî.
müsavi:
eşit, denk.
mütenahi:
nihayete eren, tüke-
nen, biten.
müzeyyen:
süslü, bezenmiş, do-
nanmış.
nebatat:
bitkiler.
nida:
seslenme, çağrı.
nispet:
oran, ölçü, kıyas.
noksan:
eksiklik.
rahmanürrahîm:
hem bütün var-
lıklara ayırım yapmaksızın merha-
met eden Rahman, hem de âciz-
lere eli ermez gücü yetmezlere,
yavrulara ve cenneti kazanan
mü’minlere özel olarak merhamet
eden Rahîm, Allah.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
sanat:
bir şeyi yapmada gösterilen
ustalık, hüner, bilgi.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi gayeli, fay-
dalı ve sanatlı yaratan Allah.
seha:
cömertlik, el açıklığı, saha-
vet.
seyelângâh:
cereyan etme, sel
gibi akıp gidilen yer.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
vahip:
hibe eden, bağışlayan, ba-
ğışlayıcı.
vukuat:
vak’alar, hâdiseler, olay-
lar.
Zat:
Allah.
zerre:
maddenin en küçük par-
çası, molekül, atom.
acayip:
acayip, şaşırtıcı ve
hayret verici olaylar şeyler.
ahir:
son.
alîm:
çok bilen, en çok bilen.
aziz-i Hakîm:
her şeyi faydalı,
gayeli yapan ve yaratan son-
suz izzet ve kuvvet sahibi Al-
lah.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak, görür şekilde.
bürhan:
delil, ispat, şahit.
cûd:
cömertlik, el açıklığı.
garaip:
görülmedik olup hay-
ret verici şeyler.
gayr-i mütenahi:
sona erme-
yen, sonsuz.
Hallâk:
yaratan, her şeyi halk
eden, Allah.
Hallâk-ı alîm:
her şeyi bilen,
sonsuz ilim sahibi olan yaratıcı
Allah.
harika:
her zaman rastlanma-
yan, olağanüstü vasıflar taşı-
yan ve hayranlık hissi uyandı-
ran.
havarik-ı sanat:
sanat harika-
ları.
hayvanat:
hayvanlar.
hedâyâ-i rahmet:
rahmet he-
diyeleri.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda, bilgi,
ilim.
ilân:
ilân etmek, herkese du-
yurmak.
ilim:
bilme, biliş, bilgi.
imkânat:
olabilirlikler, olması
ve olmaması ihtimal dahilinde
olanlar.
istikbal:
gelecek, gelecek za-
man.
kadîr:
kudret sahibi olan ve
her şeye gücü yeten.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yara-