evet, vahdette bir sühulet-i mutlaka, şirk ve kesrette ise
imtina derecesinde bir suubet vardır.
eğer bütün eşya tek bir zata isnat edilse, kâinatı hiç
yoktan icat etmek bir hurma fidanını icat etmek kadar,
bir hurma fidanı da bir meyve kadar kolay olur. kesrete
isnat edildiğinde ise, meyveyi ağaç kadar, ağacı ise kâi-
nat kadar zorlaştıran bir imtina ortaya çıkar. Çünkü bir
zat-ı vahit, tek bir fiil ile, külfetsiz ve mübaşeretsiz olarak
pek çok eşyaya bir vaziyet verir ve bir neticeyi istihsal
eder. eğer o vaziyetin alınması ve o neticenin istihsali o
eşya-i kesîreye havale edilse, o vakit pek çok külfetle ve
pek çok hareketlerle ancak o vaziyet alınır ve o netice is-
tihsal edilir–bir zabitin vazifesini neferata, ustanın vazife-
sini binanın taşlarına, arzın kendi etrafındaki dönüşüyle
hâsıl olan yıldız ve seyyarelerin mevkilerindeki değişme-
leri o yıldız ve seyyarelerin hareketlerine, daire merkezi-
nin vazifesini o dairenin çevresindeki noktalara bırakmak
gibi...
Vahdette, intisap sırrıyla, gayr-i mahdut bir kudret bu-
lunur. Bir şeyin vahdete intisabı, o şey için hadsiz bir kuv-
vet hükmüne geçebilir. zira, bu sır ile, bir sebep bütün
menabi-i kuvvetini kendisi çekmediği ve taşımaya mec-
bur olmadığı için, o intisap ve istinat onun için tükenmez
bir kuvvet, bir hazine hükmüne geçtiğinden, o sebep, is-
tinat ettiği şey nispetinde büyük işler görebilir, neticeler
verebilir. Şirkte ise, her bir sebep, kendi menabi-i kuv-
vetini kendi belinde taşımaya mecburdur; eseri de kendi
cirmi kadar küçük olur. Bir karınca ve bir sinek,
Lem’aLar | 735 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
netice:
sonuç.
nispet:
oran, kıyas, ölçü.
nokta:
sınır, yer, işaret.
seyyare:
gezegen, yıldız.
sır:
bir şeyin dikkat, tecrübe ve
sezgi yardımıyla kavranabilen en
zor ve en ince yanı.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet-i mutlak:
sonsuz kolay-
lık.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
vahdet:
birlik, yalnızlık, teklik bir
ve tek olma.
vakit:
zaman, an.
vazife:
ödev, iş, görev.
vaziyet:
durum, duruş.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zat:
Allah.
zat-ı vahit:
bir ve tek olan zat, Al-
lah.
arz:
yer, dünya.
cirim:
vücut, hacim, büyüklük.
daire:
saha, alan.
eser:
bir kimsenin meydana
getirdiği, ürün, sonuç.
eşya-i kesîre:
çok eşya.
fiil:
iş, oluş, davranış, hareket.
gayr-ı mahdut:
hadsiz, sınırsız,
sonsuz.
hâsıl olan:
meydana gelen, or-
taya çıkan, beliren.
havale:
bir işi veya bir şeyi
başka birine bırakma, üstüne
bırakma, ısmarlama.
hazine:
define, zenginlik, ser-
vet.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek, yerinde olmak.
icat etmek:
yaratmak, yoktan
var etmek.
imtina:
imkânsızlık, olamayış.
intisap:
bağlanma, bir kim-
seye ait olma, aidiyet.
isnat etmek:
dayandırmak,
atfetmek.
istihsal:
meydana getirme,
elde etme, üretme.
istinat etmek:
dayanmak.
istinat:
dayanma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, evren.
kesret:
çokluk.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
külfet:
zahmet, sıkıntı, zorluk,
yorgunluk veren zahmetli iş.
mecbur:
zorunluluk.
menabi-i kuvvet:
kuvvet kay-
nağı.
mevki:
yer, mekân.
mübaşeretsiz:
karıştırmadan,
bulaştırmadan; temas etmek
ve birlikte bulunmak zorunda
olmaksızın.
neferat:
neferler, fertler, rüt-
besiz askerler, erler.