• sâni-i Hakîm âlem-i ekberi öyle bedî bir surette halk
edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki, kâinatı bir
mescid-i kebir şekline döndürmüş. Ve insanı dahi öyle bir
tarzda icat edip, ona akıl vererek, onunla o mu’cizat-ı sa-
natına ve o bedî kudretine karşı secde-i hayret ettirerek,
ona âyât-ı kibriyayı okutturup, kemerbeste-i ubudiyet et-
tirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sacit fıtratında yarat-
mıştır.
• Şu âlem-i ekberi mülk şeklinde inşa etmekle beraber,
şu insanı dahi öyle bir surette halk etmiştir ve ona öyle
cihazat ve aletler ve havas ve hissiyatlar ve bilhassa ne-
fis, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve dava vermiştir ki,
o geniş mülkünde bütün mülke muhtaç bir memlûk hük-
müne getirmiştir.
• sâni-i zülcelâl’in âlem-i ekberdeki sanatı o derece
manidardır ki, o sanat, bir kitap suretinde tezahür edip
kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirmiştir.
• Hem nasıl ki kâinattaki sanatı kemal-i intizamından
kitap şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı hikmeti da-
hi hitap çiçeğini açtı. Yani, o sanat, o derece manidar ve
hassas ve güzeldir ki, o makine-i zîhayattaki cihazatı, fo-
nograf gibi nutka geldi, söylettirdi.
• kudret-i İlâhiye âlem-i ekberde haşmet-i rububiyetini
gösteriyor; rahmet-i rabbaniye ise âlem-i asgar olan in-
sanda nimetleri tanzim ediyor.
Lem’aLar | 731 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
inşa etmek:
yaratmak, yapmak,
bina etmek, kurmak.
iştiha:
istek, fazla istek, arzu.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, varlıklar, evren.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
kemerbeste-i ubudiyet:
kulluk
için el bağlama.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kudret-i İlâhîye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fi-
iller, tasarruflar.
makine-i zîhayat:
hayat sahibi
makine, canlı makine, canlılar.
manidar:
bir mana ifade eden,
nükteli, ince manalı.
memlûk:
köle, kul, esir, bende,
hizmetkâr.
mescid-i kebir:
büyük mescit.
mu’cizat-ı sanat:
sanat mu’cize-
leri, harikaları.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mülk:
ülke, egemenliği altında
olup, sahip olunan.
nakış:
resim, süs.
nakş-ı hikmet:
her şeyi belli bir
maksat ve fayda ile yaratan Al-
lah’ın nakışları, süsleri.
nefis:
hayat, ruh, can; kötü vasıf-
ları, nitelikleri kendisinde toplayan,
kötülüğe sevk eden, şehevî istek-
leri kamçılayıp hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, bağış.
nutuk:
bir topluluğa karşı ko-
nuşma, ikna maksadıyla bir top-
luluk önünde yapılan konuşma,
hitap, söylev.
rahmet-i rabbaniye:
Allah’ın rah-
meti, merhameti, şefkati.
sanat:
ustalık ve bilgi ile yapılan
bir şey, eser.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla ve
hikmetle yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi, her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
secde-i hayret:
hayret secdesi;
şaşmaktan dolayı Allah’a şükür
için yapılan secde.
sıbgat:
boyalar.
suret:
biçim, şekil.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tezahür etme:
ortaya çıkma, be-
lirme, görünme.
abd-i sacit:
Allah’a secde eden
kul.
âlem-i asgar:
en küçük âlem;
insan.
âlem-i ekber:
en büyük âlem;
kâinat.
alet:
vasıta.
âyât-ı kibriya:
Allah’ın büyük-
lüğüne, azametine ve celâline
işaret eden ayetler, deliller.
bedî’:
eşi ve benzeri olmayan,
eşsiz güzel.
bilhassa:
özellikle, mahsus.
cihazat:
manevî aletler, lü-
zumlu aletler, azalar, organlar.
dava:
takip edilen fikir, iddia,
ülkü.
derece:
değer, miktar, ölçü,
basamak.
fıtrat:
yaratılış.
fonograf:
sesleri kaydeden ve
kaydedilmiş sesleri çalan ci-
haz.
halk etme:
yaratma, yaratış.
hassas:
duygulu, incelikli, en
ufak ölçüleri sağlıklı ve kesin
olarak veren.
haşmet-i rububiyet:
rablığın,
idare ve terbiye ediciliğin haş-
meti, heybeti, büyüklüğü.
havas:
marifet ve yaşayışça
üstün olan, üst tabaka
heva:
istek, arzu, nefse ait
olan şeylere düşkünlük, nefsin
zararlı ve günah olan arzuları.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık,
aşırı istek, şiddetli arzu, fazla
isteme.
hissiyat:
hisler, duygular.
hükmüne getirmek:
yerine
getirmek.
icat etme:
yoktan var etme,
yaratma.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzumluluk
hâli.