sonra, ıslah-ı hâl etmezsek, dünya kadar bizi muahe-
ze etsinler. kabahat hükûmet-i zalimenindir; bizim de ol-
sa, güneş garptan tulû etmediğinden, tövbenin kapısı
açıktır.
Hem de, medenî ve özürsüz ve ahlâk ve hayat-ı hü-
kûmeti esasıyla sarsan sair ehl-i kabahat affolunsa, biz
özr-i cehalet için bittabi affa daha ziyade müstahak ve
muhtacız. kürdleri başka anasıra –kıyas-ı hâdi ile– kıyas-
la tatbik-i ahkâm ve terbiye etmek hatadır. Bir çocuk ne
kadar zeki olsa,
elifba
’yı okumadan ulûm-i âliye dersi ve-
rilmez.
Hülâsa
: ehven-i şerri ihtiyâr, bir adalet-i izafiyedir. İca-
letü’r-rakîb gibi yapılmasın. tâ ki, adalet-i hakikiyeye is-
tidat peyda edilsin, vesselâm.
Bediüzzaman Said Nursî
888
ulûm-i âliye:
yüksek, akademik
ilimler.
vesselâm:
mektup sonlarında
sonsuz selâm manasında kullanı-
lır.
ziyade:
çok, fazla.
adalet-i hakikiye:
hakikî ada-
let, gerçek adalet.
adalet-i izafiye:
göreceli ada-
let.
anasır:
etnik gruplar, unsurlar,
milliyetler.
bittabi:
doğal olarak.
ehl-i kabahat:
kusurlu olanlar,
suçlular.
ehvenüşşer:
şerrin en az za-
rarlısı, kötünün iyisi.
garp:
batı.
hayat-ı hükümet:
hükümetin
devamlılığı.
hükümet-i zalime:
zalim,
gaddar hükümet.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
ıslah-ı hâl:
hâ ıslah etme, dü-
zeltme.
icâletü’r-rakîb:
yarışanların
aceleciliği.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
istidat:
yetenek, bir şeyin ka-
bulüne ve kazanılmasına olan
fıtrî meyil.
kıyas-ı hâdi:
aldatıcı kıyas.
makalât:
makaleler.
medenî:
şehirli, göçebe ve
vahşî olmayan, yerleşik olan.
muaheze:
sorgulama, ceza-
landırma.
müstahak:
hak etmiş, lâyık.
özr-i cehalet:
cahillikten, bil-
memezlikten dolayı özür.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.
tatbik-i ahkâm:
hükümleri
uygulama.
tulû:
doğma, doğuş.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 21 |
m
akalâT