• Hem, cemal-i rahmetini ve hüsn-i şefkatini ve ke-
mal-i rububiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre
ve hamde sevk etmek için, bu kâinatı -öyle bir ziyafetgâh
ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki– hadsiz çeşit çe-
şit leziz nimetler ve gayet antika, hadsiz harika sanatlar
içinde dizilmiş bir tarzda halk eden bir sâni-i rahîm ve
kerîm, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki,
o ziyafetgâhtaki zîşuur mahlûklar ile konuşmasın ve on-
lara, o nimetlere mukabil, elçileri vasıtasıyla vazife-i te-
şekküriyeyi ve tezahür-i rahmetine ve sevdirmesine kar-
şı vazife-i ubudiyeti bildirmesin? Hâşâ, binler hâşâ!
• Hem, hiç mümkün müdür, bir sâni, sanatını sever,
beğendirmek ister, hatta ağızların bin çeşit zevklerini na-
zara alması delâletiyle takdir ve tahsinlerle karşılanmak
arzu eder ve her bir sanatıyla kendini hem tanıttırmak,
hem sevdirmek, hem bir çeşit manevî cemalini göster-
mek ister bir tarzda bu kâinatı antika sanatlarla süslen-
dirdiği hâlde, kâinattaki zîhayatın kumandanları olan in-
sanlara, onların büyüklerinden bir kısmı ile konuşup, el-
çi olarak göndermesin, güzel sanatları takdirsiz ve fevka-
lâde hüsn-i esması tahsinsiz ve tanıttırması ve sevdirme-
si mukabelesiz kalsın? Hâşâ, yüz bin hâşâ!
• Hem, bütün zîhayatın ihtiyacat-ı fıtriyeleri için duala-
rına ve hâl dili ile edilen bütün ilticalara ve arzulara vak-
ti vaktine kasıt ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda
hadsiz in’amlarıyla ve nihayetsiz ihsanatıyla fiilen ve hâ-
len sarih bir surette konuşan bir Mütekellim-i Alîm,
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
cemal:
güzellik.
cemal-i rahmet:
Rahmetin güzel-
liği, İlâhî rahmetteki güzellik.
delâlet:
alâmet, işaret, iz.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fevkalâde:
olağanüstü.
fiilen:
fiille, davranış ve hareketle.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâl:
bir şeyin duruşu, görünüşü ve
içinde bulunan durum ve şartların
tümü.
hâlen:
hareket ve davranış olarak.
hamd:
Allah’a karşı olan şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me, Allah’ın yüceliğini övme.
hârika:
olağanüstü.
Hâşâ:
asla, katiyen, öyle değil, Al-
lah göstermesin.
hüsn-i esmâ:
güzel isimler.
hüsn-i şefkat:
şefkatin, merhame-
tin güzelliği.
ihsanat:
ihsanlar, bağışlar, nimet-
ler.
ihtiyacat-ı fıtriye:
yaratılış gereği
olan ihtiyaçlar.
ihtiyar:
irade, tercih.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
in’am:
nimetlendirme, ihsan et-
me.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kast:
bir işi bile bile, isteyerek yap-
ma.
kemal-i Rububiyet:
Rububiyetin
mükemmeliği, Cenab-ı Allah’ın
mahlûkunu terbiye edip besleme
ve gözeticilik vasfının mükemmel-
liği.
kumandan:
komutan.
leziz:
lezzetli, tatlı.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mukabele:
karşılık verme, karşıla-
ma.
mukabil:
karşılık.
Mütekellim-i Alîm:
gizli ve
açık her şeyi bilen ve kendi za-
tına has olarak konuşan Allah.
nazar:
bakış, dikkat.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sâni-i Kerîm:
ikramı bol olan
ve her şeyi sanatlı yaratan Al-
lah.
sâni-i Rahîm:
sonsuz merha-
met sahibi olan ve her şeyi sa-
natlı yaratan Allah.
sarih:
açık, âşikar.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
seyrangâh:
seyir yeri, eğlence
ve gezme yeri.
sıfat:
vasıf, nitelik.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi-
ni tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tahsin:
beğenme, güzel bul-
ma.
takdir:
kıymet verme, beğen-
me.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teşhirgâh:
sergi yeri, herkese
gösterme yeri.
tezahür-i rahmet:
rahmetin
tezahürü; Allah’ın rahmetinin
ortaya çıkması, görünmesi.
vasıta:
aracılık.
vazife-i teşekküriye:
teşek-
kür vazifesi, görevi.
vazife-i ubudiyet:
kulluk vazi-
fesi.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyafetgâh:
ziyafet verilen yer
dokuZunCu mesele
| 92 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA