Asâ-yı Mûsa - page 87

evet, her mü’min namazlardan sonra, her gün, hiç ol-
mazsa yüz elliden ziyade
(1)
! o
ór
ªn
ër
dn
G @ ! o
ór
ªn
ër
dn
G
şer’an
demesi ve manası da ezelden ebede kadar bir hadsiz
geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak sa-
adet-i ebediyenin ve cennetin peşin bir fiyatı ve muaccel
bir pahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fânî elemlerle âlûde
olan nimetlerine münhasır olmaz ve mahsus değil. Ve
onlara da ebedî nimetlere vesile olmaları cihetiyle bakar,
şükreder.
(2)
$G n
¿Én
ërÑ
°o
S
kelime-i kudsiyesi ise, Cenab-ı Hakkı şerik-
ten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden aczden, merha-
metsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve ce-
mal ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve
tenzih etmek manasıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve
cemal ve kemal-i saltanatının haşmetine medar olan
dâr-ı ahireti ve ondaki cenneti ihtar edip, delâlet ve işa-
ret eder. Yoksa, sabıkan ispat edildiği gibi, saadet-i ebe-
diye olmazsa, hem saltanatı, hem kemali, hem celâl,
hem cemal, hem rahmeti kusur ve noksan lekeleriyle le-
kedar olurlar.
İşte bu üç kudsî kelimeler gibi,
(3)
$G p
ºr
°ùp
H
ve
(4)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
ve sair kelimat-ı mübareke, her biri erkân-ı imaniyenin
birer çekirdeği ve bu zamanda keşfedilen et hülâsası ve
şeker hülâsası gibi hem erkân-ı imaniyenin, hem kur’ân
hakikatlerinin hülâsaları ve –bu üçü– namazın çekir-
dekleri oldukları gibi, kur’ân’ın dahi çekirdekleri ve
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 87 |
sekiZinCi mesele
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kelimat-ı mübareke:
mübarek
kelimeler, sözler.
kelime-i kudsiye:
yüce, kudsî söz.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kemal-i saltanat:
saltanatın ke-
mali, mükemmel oluşu.
keşif:
gizli bir şeyi bulma, gizli bir
şeyi bulup meydana çıkarma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kusurat:
kusurlar, noksanlıklar,
eksiklikler, özürler, suçlar, kaba-
hatler.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
medar:
sebep, vesile.
muaccel:
mühletsiz, vadesiz, pe-
şin.
muhalif:
zıt, karşıt.
mü’min:
iman eden, inanan.
münhasır:
sınırlanmış, sınırlı.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
noksaniyet:
eksiklik, noksanlık.
paha:
fiyat, değer.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sabıkan:
evvelce, bundan önce.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şer’an:
şer’î olarak, şeriata göre,
şeriat bakımından, şeriat hüküm-
lerine göre, şeriatça.
şerik:
ortak.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini ta-
nıma ve ona karşı minnet duyma.
takdis:
yüceltme, mukaddes say-
ma, kudsî ve mübarek sayma.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
vesile:
aracı, vasıta.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlûde:
bulaşmış, bulaşık.
celâl:
sonsuz büyüklük, haş-
met, ululuk, yücelik ve haş-
met sahibi olan Allah.
cemal:
güzellik.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
fânî:
ölümlü, geçici.
hakikat:
gerçek, esas.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
1.
Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve şükür Allah'a mahsustur. • Ezelden ebede kadar
her türlü hamd ve şükür Allah'a mahsustur.
2.
Allah her türlü kusur ve noksandan uzaktır.
3.
Allah’ın adıyla.
4.
Allah’tan başka ilâh yoktur.
1...,77,78,79,80,81,82,83,84,85,86 88,89,90,91,92,93,94,95,96,97,...570
Powered by FlippingBook