eden hüccetleriyle, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder. Her
biri her birisine gayet kuvvetli bir hüccet-i azam olur.
öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir
fikr-i batıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir ha-
kikati iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perde-
si altında gözünü kapamakla, bir küfr-i inadî yapabilir.
git gide küfr-i mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur; hem
maddî, hem manevî cehenneme gider. İşte, biz bu ma-
kamda gayet muhtasar işaretlerle ve
Meyve Risalesi’
nde
haşrin ispatında sair erkân-ı imaniye haşri de ispat ettik-
lerini kısacık hülâsalarla beyanı gibi, bu makamda dahi
mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla, Cenab-ı Hak-
kın inayetiyle, bu nükte-i azam Altı noktada beyan edi-
lecek.
•
BİRİNCİ NOKTA
İman-ı billâh, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini,
hem iman-ı bilahireti ispat eder ki, Meyve risalesi’nin
Yedinci Meselesinde güzelce göstermiş.
• evet, bu hadsiz kâinatı bir saray, bir şehir, bir mem-
leket gibi bütün levazımı ile idare eden ve mizan ve inti-
zam dairesinde çeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zer-
ratı ve seyyaratı ve sinekleri ve yıldızları birer muntazam
ordu gibi beraber teçhiz ve idare eden ve emir ve irade-
si dairesinde mütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim
ve tavzifatla faaliyete ve seyr ve cevelâna ve ubudiyetkâ-
râne bir resm-i küşada ve seyahate getiren ezelî ve bâkî
bir saltanat-ı rububiyet ve ebedî ve daimî bir hâkimiyet-i
ulûhiyet, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi
adem-i kabul:
kabul etmeme.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cevelân:
yerinde durmayıp gez-
me, hareketlilik.
daimî:
sürekli, devamlı.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
erkân:
rükünler, esaslar.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz, başlan-
gıçsız.
fezleke:
özet, netice.
fikr-i batıl:
yanlış fikir, sapık dü-
şünce.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet-i ulûhiyet:
Allah’ın her
şeyin üstündeki İlahî tasarrufu,
mülkünü dilediği gibi kullanmalar.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çıkar-
ması.
hüccet:
delil.
hüccet-i azam:
en büyük hüccet,
delil.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
iman-ı bilahiret:
ahirete iman.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma, Al-
lah’ı, onun kâinatta tecelli eden
bütün sıfat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
insaniyet:
insanlık mahiyeti, insan
olma hâli, insana yakışır davranış.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
küfr-i inadî:
inada dayalı küfür,
inattan doğan küfür, inattan kay-
naklanan küfür; gerçekleri görmek
istememe.
levazım:
lâzım olan şeyler, geçin-
mek ve yaşamak için gereken
şeyler, gereçler.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
dokuZunCu mesele
| 90 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
mahvolma:
yok olma, orta-
dan kalkma, batma.
makam:
yer, durak.
manevra:
tatbikat, hareket
kabiliyeti.
memleket:
bir devletin topra-
ğı, ülke, yurt, vatan, diyar.
mizan:
ölçü, ayar.
muhtasar:
kısaca, özetle.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
mücmel:
öz olarak anlatılmış,
kısa ve az sözle ifade edilmiş,
öz, özet.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nazar:
bakış, nezdinde.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
nükte-i azam:
en büyük nük-
te, çok büyük mana içeren
söz.
resmî küşat:
resmî geçiş, geçiş
töreni merasimi.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı
terbiye ve idare edici olan Al-
lah’ın saltanatı.
seyir:
bir yerden başka bir ye-
re gitmek için yola çıkma, yol-
culuk, sefer.
seyyarat:
gezegenler.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğ-
retme.
tavzifat:
vazifelendirmeler,
görevlendirmeler.
teçhîz:
cihazlama, donatma.
ubudiyetkârâne:
kul olana
yakışır şekilde, kulluğa yakışır
tarzda.
ulvî:
yüksek, yüce.
zerrat:
zerreler, atomlar