hâlde her bir zerresi, her bir şeyini ve cesedinin teşekkü-
lünü, belki dünyada alâkadar olduğu her şeyini bilecek,
görecek, yapabilecek, âdeta ilâh gibi ihatalı bir ilmi ve
kudreti bulunacak; sonra teşkil-i ceset ona havale edilir
ve “kendi kendine oluyor” denilebilir.
Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i
idare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun
yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetin-
de müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve her bir nev’in
efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihat ve ia-
şede ve icatta beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak
gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, senin vahdetine
kat’î şahadette bulunmasın. Ve her bir ferdinde, kâinata
bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vahidiyet
içinde senin ehadiyetine işareti olmasın.
Hem, nasıl ki, insan ile beraber hayvanatın zeminin bü-
tün yüzünde yayılan yüz bin envaı, muntazam bir ordu gibi
teçhiz ve talimat ve itaat ve musahhariyetle ve en küçükten
tâ en büyüğe kadar, rububiyetin emirleri intizamla cereyan-
larıyla o rububiyetinin derece-i haşmetine; ve gayet
çoklukla beraber gayet kıymetli ve gayet mükemmel ol-
makla beraber gayet çabuk yapılmaları ve gayet sanatlı
olmakla beraber gayet kolay yapılışlarıyla kudretinin dere-
ce-i azametine delâlet ettikleri gibi; şarktan garba,
şimalden cenuba kadar yayılan, mikroptan tâ gergedana
kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuşa kadar bütün
onların rızıklarını yetiştiren rahmetinin hadsiz vüs’atine; ve
her biri emirber nefer gibi vazife-i fıtriyesini yapmak
alâkadar:
alâkalı, ilgili.
cenup:
güney.
cereyan:
bir şeyin olması, yapıl-
ması.
ceset:
beden, vücut.
cihet:
yön.
cilve:
görünme, akis, yansıma.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
derece-i azamet:
büyüklüğün de-
recesi.
derece-i haşmet:
ihtişamın ve
görkemin derecesi.
efrat:
fertler, bireyler.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğini göstermesi.
emir:
iş, faaliyet; buyruk.
emirber:
emre göre hareket eden.
enva:
nev’ler, türler.
fert:
birey, şahıs.
garp:
batı.
gayet:
son derece, pek çok.
hadsiz:
sayısız, sınırsız.
havale:
bir işi veya bir şeyi başka
birisine bırakma, ısmarlama.
hayvanat:
hayvanlar.
hey’et-i mecmua:
bir şeyin tama-
mı, parçalarına bakılmaksızın bir
bütün olarak görünüşü.
iaşe:
beslenilmek, yedirilip içiril-
mek.
icat:
vücuda getirilmek, yoktan
yaratılmak.
ihatalı:
her şeyi kuşatan, saran.
ilâh:
tanrı; tapılan, ibadet edilen
varlık.
ilim:
biliş, bilgi.
intizam:
düzen, tertip.
işaret:
gösterme, bildirme.
itaat:
emre uyma, söz dinleme.
ittifak:
birleşme, birlik.
ittihat:
birleşme, birlik.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün varlıklar, evren.
kat’î:
kesin.
keyfiyet:
durum, nitelik, özellik.
kıymet:
değer.
kudret:
güç, kuvvet.
muhal:
imkânsız, olması mümkün
olmayan.
muntazam:
düzenli, düzene gir-
miş.
musahhariyet:
emre boyun eğ-
me.
müşahede etmek:
görmek, göz-
lemlemek.
nefer:
asker, er.
nevi:
tür, cins.
rahmet:
şefkat ve merhamet et-
me, acıma, nimetlendirme.
rızık:
Allah’ın verdiği nimetler, yi-
yecek ve içecek şeyler.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum için-
de sevk ve idare etmesi.
sanatlı:
ustalıkla ve güzel ya-
pılmış.
sikke-i fıtrat:
yaratılış mührü,
damgası.
sikke-i hikmet:
hikmet müh-
rü; faydalı, gayeli ve yerli ye-
rinde oluşu gösteren mühür.
sima:
yüz, çehre.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şark:
doğu.
şimal:
kuzey.
talimat:
eğitimler, öğretimler,
yetiştirmeler.
teçhiz:
cihazlandırma, donat-
ma.
teşekkül etmek:
meydana
gelmek, şekillenmek.
teşekkül:
meydana gelme,
şekillenme.
teşkil-i ceset:
insan ve hay-
van bedenlerinin meydana
gelmesi, şekillenmesi.
umum:
bütün, hep.
vahdet:
birlik.
vahdet-i cinsiye:
cinsteki bir-
lik, aynı cinsten oluş.
vahdet-i idare:
idarenin tek
elden yürütülmesi.
vahdet-i nev’iye:
türdeki bir-
lik, aynı türden oluş.
vahdet-i tedbir:
neticelerini
düşünerek idare etmenin tek
elden olması.
vahidiyet:
birlik.
vazife-i fıtriye:
yaratılıştan
gelen görev.
vüs’at:
genişlik.
zemin:
yer.
zerre:
maddenin en küçük
parçası, atom.
mÜnaCaT / 3. Şua
| 334 |
s
ekizinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA