musahhardırlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müşahede
edilen bir rububiyet, öyle ihata ve şümul gösteriyor ve
onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve
öyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve bera-
berlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzi kabul etmeyen
bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde
bir tasarruf, bir rububiyet olduğunu bildiriyor. Hem ze-
min, bütün sekenesiyle beraber, lisan-ı kalden daha za-
hir hadsiz lisanlarla Hâlık’ını takdis ve tesbih ve nihayet-
siz nimetlerinin lisan-ı hâlleriyle rezzak-ı zülcelâl’inin
hamd ve methüsenasını ediyorlar.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibri-
yasından istitar etmiş olan Zat-ı Akdes!
zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla, seni kusurdan,
aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senalarıyla
sana hamd ve şükrederim.
Ey Rabbü’l-Berri ve’l-Bahr!
kur’ân’ın dersiyle ve resul-i ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâmın talimiyle anladım ki: nasıl gökler ve feza ve
zemin senin birliğine ve varlığına şahadet ederler; öyle
de, bahirler, nehirler ve çeşmeler ve ırmaklar, senin vü-
cub-i vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde
şahadet ederler.
evet, bu dünyamızın menba-ı acayip buhar kazanları
hükmünde olan denizlerde hiçbir mevcut, hatta hiçbir
katre su yoktur ki, vücuduyla, intizamıyla, menfaatiyle ve
vaziyetiyle Hâlık’ını bildirmesin.
AsA-yı MûsA
s
ekizinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 325 |
3. Şua / mÜnaCaT
emre verilmiş.
mükemmel:
kusursuz, eksiksiz.
müşahede etmek:
görmek, göz-
lemlemek.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
maddî ve manevî faydalı
olan her şey, iyilik, bağış.
Rabbü’l-Berri ve’l-Bahr:
karaların
ve denizlerin Rabbi olan Allah.
Resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
Rezzak-ı Zülcelâl:
her bir yaratığın
rızkını veren haşmet ve büyüklük
sahibi Allah.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
sekene:
bir yerde yaşayanlar, ka-
lanlar.
sena:
methetme, övme.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şerik:
ortak.
şiddet-i zuhur:
çok kuvvetli ve
şiddetli şekilde görünme.
şükür:
Allah’ın verdiği nimetlere
karşı memnunluğunu ifade etme.
şümul:
kaplama, kuşatma.
tahmidat:
Allah’ı övüp ona şükür
ve hamd etmeler.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur ve
noksandan uzak tutma, temiz ve
yüce kabul etme.
takdisat:
Allah’ı her türlü kusur ve
noksanlardan uzak tutmalar, te-
miz ve yüce kabul etmeler.
talim:
öğretme, eğitme.
tasarruf:
dilediği gibi kullanma,
idare etme, söz ve hak sahibi ol-
ma.
tecezzi:
bölünme, parçalanma.
tedbir:
idare etme, çekip çevirme,
yönetme.
terbiye:
beslemek, yetiştirmek,
büyütmek.
tesbih:
Allah’ın şanını yüceltme,
bütün kusur ve noksan sıfatlardan
uzak tutma.
tesbihat:
Cenab-ı Hakkın bütün
noksan sıfatlardan uzak ve bütün
mükemmel sıfatlara sahip olduğu-
nu ifade eden sözler.
vahdet:
birlik.
vaziyet:
durum, duruş.
vücub-i vücut:
varlığı zorunlu, ge-
rekli ve şart olmak, olmaması im-
kânsız olmak.
vücut:
varlık, var olma.
zahir:
görünür, açık.
Zat-ı Akdes:
her türlü kusur ve
noksandan uzak ve yüce olan Zat,
Allah.
zemin:
yer, yeryüzü.
acz:
güçsüzlük, kuvvetsizlik.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
azamet-i kibriya:
azamet ve
heybetin büyüklüğü.
bahr:
deniz.
bedahet:
apaçık.
faaliyet:
işleyiş, çalışma.
feza:
uzay, gökyüzü.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
yaratıcı, her şeyi yoktan
yaratan Allah.
hamd:
Allah’ı övme, Ona şük-
retme.
hassas:
duyarlı.
hükmünde:
yerinde.
icraat:
işler, faaliyetler.
idare:
yönetme, çekip çevir-
mesi.
ihata:
kuşatma, sarma.
inkısam:
kısımlara ayrılma,
bölünme.
intizam:
düzen, tertip.
istitar etmek:
gizlenmek.
katre:
damla.
kusur:
eksiklik, hata.
küll:
bütün.
küllî:
parçalardan oluşmuş bir
bütüne ait.
lisan:
dil, anlatma şekli.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, ko-
nuşarak anlatma.
menba-ı acayip:
hayret verici
şeylerin kaynağı.
menfaat:
fayda.
meth ü sena:
methedip öv-
mek.
mevcut:
varlık, var olan.
musahhar:
boyun eğdirilmiş,