kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilme-
siyle ve hadsiz o efradın kemal-i musahhariyetle evamir-i
rabbaniyeye itaatleri, rahmetinin her şeye şümulünü ve
hâkimiyetinin her şeye ihatasını gösteriyor.
Hem, zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kafilele-
rinin sevk ve idareleri, mevt ve hayat münavebeleri ve
hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, her şeye ta-
allûk eden bir ilimle ve her şeyde hükmeden nihayetsiz
bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmeti-
ne delâlet eder.
Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gö-
ren ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mane-
vî cihazat ile teçhiz edilen ve zemin mevcudatına tasar-
ruf eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvak-
kat ordugâhı zeminde ve bu muvakkat meşherde, bu ka-
dar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelli-
yat-ı rububiyet, bu hadsiz hitabat-ı sübhaniye ve bu ga-
yetsiz ihsanat-ı İlâhiye, elbette ve her hâlde, bu kısacık ve
hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve
fânî dünyaya sığışmaz. Belki, ancak, başka ve ebedî bir
ömür ve bâkî bir dar-ı saadet için olabildiği cihetinden,
âlem-i bekada bulunan ihsanat-ı uhreviyeye işaret, belki
şahadet eder.
Ey Hâlık-ı Külli Şey!
zeminin bütün mahlûkatı, senin mülkünde, senin ar-
zında, senin havl ve kuvvetin ile ve senin kudretin ve
iradetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idare olunuyorlar ve
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi; ahi-
ret.
arz:
dünya.
bâkî:
devamlı, sonsuz.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cihet:
yön.
dâr-ı saadet:
mutluluk yeri; Cen-
net.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
ebedî:
sonsuz, bitmeyen.
efrat:
fertler, bireyler.
ehemmiyet:
önem.
evamir-i Rabbaniye:
bütün var-
lıkları, besleyen, yetiştiren, büyü-
ten, uyum içinde sevk ve idare
eden Allah’ın emirleri.
fânî:
geçici, son bulan.
gayetsiz:
sonsuz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol ve
emir altında bulundurma, itaat et-
tirme.
Hâlık-ı Külli Şey:
her şeyin yaratı-
cısı olan Allah.
havl:
güç, kuvvet.
hayat:
dirilik, canlılık.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
yüksek bilgi; belirli gaye-
lere yönelik, faydalı, anlamlı, yerle
yerinde iş görme.
hitabat-ı sübhaniye:
kusur ve
noksandan uzak olan Allah’ın ken-
dine has hitap ve konuşmaları.
hüzün:
üzüntü, gam.
idare olunmak:
yönetilmek, çekip
çevirilmek.
idare:
yönetilme; yönetme.
ihata:
kuşatma, sarma.
ihata-i ilim ve hikmet:
ilim ve
hikmetin her şeyi kuşatması, sar-
ması.
ihsanat-ı İlâhîye:
Allah’ın ihsanla-
rı, lütufları.
ihsanat-ı uhreviye:
ahiretteki ih-
sanlar, ikramlar.
ilim:
biliş, bilgi.
iradet:
irade, istek, dileme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işaret:
gösterme, bildirme.
itaat:
alınan emre göre hareket
etme, uyma.
kafile:
topluluk, grup.
keder:
üzüntü.
kemal-i musahhariyet:
tam bir
boyun eğmişlik.
kerîmâne:
cömertçe, bol ihsan ile.
kudret:
güç, kuvvet.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
lar.
manevî cihazat:
maddî olmayan
cihazlar, donanımlar; duygular.
masraf:
harcama.
meşher:
sergi yeri.
mevcudat:
yaratılmış şeylerin
tamamı, varlıklar.
mevt:
ölüm.
muvakkat:
geçici; vakitli.
mülk:
sahip olunan üzerinde
tasarruf hakkı bulunulan şey.
münavebe:
nöbetle iş görme.
nebatat:
bitkiler.
nihayetsiz:
sonsuz.
ordugâh-ı zemin:
tüm yaratı-
lanların oluşturduğu varlıklar
ordusunun konaklama yeri
olan yeryüzü.
ömür:
yaşama süresi, hayat
müddeti.
rahîmâne:
şefkat ve merha-
metle, acıyarak, esirgeyerek.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
sevk:
yönlendirilme; yönlen-
dirme.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şümul:
kaplama, kuşatma.
taallûk eden:
ilgili ve alâkalı
olan.
talimgâh-ı dünya:
eğitim ve
öğrenim yeri olan dünya.
tasarruf etmek:
idare etmek,
kullanmak.
tecelliyat-ı Rububiyet:
Ce-
nab-ı Hakkın varlıkları, besle-
mesi, büyütmesi, yetiştirmesi,
uyum içinde sevk ve idare et-
mesinin tecellileri, yansımala-
rı.
teçhiz edilmek:
cihazlandırıl-
mak, donatılmak.
tedbir:
idare edilme.
vazife:
görev, iş.
zemin:
yer, yeryüzü.
mÜnaCaT / 3. Şua
| 324 |
s
ekizinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA