Asâ-yı Mûsa - page 296

yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıt ve muhalif
olarak, müsrifâne bir sefahat irtikâp etmesi hiçbir cihet-
le imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de, bu kâinat sarayı-
nın her bir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer va-
zife ile teçhiz eden, hatta her bir ağaca meyveleri ade-
dince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir
sâni-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapma-
makla, bütün had ve hesaba gelmeyen hikmetleri ve ni-
hayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faydasız zayi
etmesi, o kadîr-i Mutlak’ın kemal-i kudretine acz-i mut-
lak verdiği gibi, o Hakîm-i Mutlak’ın kemal-i hikmetine
hadsiz abesiyet ve faydasızlığı ve o rahîm-i Mutlak’ın ce-
mal-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve Adil-i Mutlak’ın
kemal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir.
Âdeta, kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adale-
ti inkâr etmektir. Bu ise en acip bir muhaldir ki, hadsiz
batıl şeyler, içinde bulunur.
ehl-i dalâlet gelsin, baksın: gideceği ve düşündüğü
kendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli bir
zulmet, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir
kuyu olduğunu görsün. Ve ahirete iman ise, Cennet gi-
bi güzel ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.
BEŞİNCİ NOKTA
İki Meseledir.
Birinci Mesele:
sâni-i zülcelâl, ism-i
Hakîm
’in mukte-
zasıyla, her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay
tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor
abes:
boş, lüzumsuz ve gayesiz iş.
abesiyet:
faydasız ve boş olma.
acip:
şaşılacak şey.
acz-i mutlak:
mutlak güçsüzlük,
âcizlik.
adalet:
hakkaniyet, âdillik.
âdeta:
sanki.
Âdil-i Mutlak:
her şeye lâyık oldu-
ğunu veren, zulümden münezzeh
olan mutlak adalet sahibi Allah.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
batıl:
boş ve manasız olan.
cemal-i rahmet:
Rahmetin güzel-
liği, İlâhî rahmetteki güzellik.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, azgın ve
sapkın kimseler.
had hesaba gelmez:
sınırsız ve
sonsuz bir şekilde.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm-i Mutlak:
sonsuz hikmet
sahibi ve her şeyi her hangi bir
kayda ve şarta bağlı olmaksızın
gayeli ve faydalı yaratan Allah.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin be-
lirli gayelere yönelik olarak, mana-
lı, faydalı ve tam yerli yerinde ya-
ratılması.
iman:
inanma, itikat.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
inkâr:
reddetme, inanmama.
irtikâp:
kötü iş .
ism-i Hakîm:
Cenab-ı Hakkın hik-
metle, faydaları takip ederek iş
gören manasındaki ismi.
kabir:
mezar.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kemal-i adalet:
eksiksiz ve
noksansız bir adalet.
kemal-i hikmet:
mükemmel
hikmet ve gaye.
kemal-i kudret:
kudretin mü-
kemmelliği.
kıyamet:
kâinatın ölümü, var-
lığın bozulup dağılımı.
mana:
anlam.
mesele:
önemli konu.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
muhal:
imkânsız, zıt, ters.
muhalif:
karşıt.
mukteza:
gereken.
müsrifâne:
israf edercesine.
nihayetsiz:
sonsuz.
nuranî:
nurlu, aydınlık.
Rahîm-i Mutlak:
sonsuz ve
rahîmiyeti kayda, şarta bağlı
olmayan merhamet sahibi
olan Allah.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, esirgeme.
sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla
ve hikmetle yaratan Allah.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi sanatla
yaratan Allah.
sefahat:
zevk ve eğlenceye
nefsî istek ve arzulara aşırı de-
recede düşkünlük.
suret:
biçim, görünüş.
tarz:
biçim, suret.
teçhiz:
cihazlandırma, donat-
ma, hazırlama.
vazife:
görev.
zayi:
ziyan, kayıp.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
ÜçÜnCÜ nÜkTe / 30. lem’a
| 296 |
B
eşinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1...,286,287,288,289,290,291,292,293,294,295 297,298,299,300,301,302,303,304,305,306,...570
Powered by FlippingBook