birbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlışsız, gayet mü-
kemmel bir surette, bahar mevsiminde yazıldığı gözle
görünüyor.
Bu sayfanın bir satırı, bir bahçedir. o bahçede bulu-
nan çiçekler, ağaçlar, nebatlar adedince manzum kaside-
ler beraber, birbiri içinde, yanlışsız yazıldığını gözümüzle
görüyoruz.
o satırın bir kelimesi, çiçek açmış, meyve vermek üze-
re yaprağını vermiş bir ağaçtır. İşte bu kelime, munta-
zam, mevzun, süslü yaprak, çiçek ve meyveleri adedin-
ce,
Hakem-i Zülcelâl’
in methüsenasına dair manidar fık-
ralardır.
güya çiçek açmış her ağaç gibi, o ağaç dahi,
Nak-
kaş
’ının medihelerini teganni eden manzum bir kaside-
dir.
Hem güya
Hakîm-i Zülcelâl
, zeminin meşherinde teş-
hir ettiği antika ve acip eserlerine binler gözle bakmak is-
tiyor.
Hem güya o
Sultan-ı Ezelî’
nin o ağaca verdiği muras-
sa hediye ve nişanları ve formaları, hususî bayramı ve
resm-i küşadı olan baharda, padişahın nazarına arz et-
mek için, öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, manidar
bir şekil almış ve öyle hikmetli bir şekil verilmiştir ki, her
bir çiçeğinde, her bir meyvesinde, birbiri içinde çok
vecihler ve diller ile
Nakkaş’
ının vücuduna ve esmasına
şahadet ederler.
Meselâ, her bir çiçekte, her bir meyvede bir mizan var.
Ve o mizan, bir intizam içinde; ve o intizam, tazelenen
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran
şey.
antika:
kıymetli, değerli.
arz:
sunma, takdim.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
esma:
isimler.
forma:
şekil, biçim.
gayet:
son derece, çok, oldukça.
güya:
sanki.
Hakem-i Zülcelâl:
büyüklüğü ile
haklı ve haksızı ayıran her işi bir
hikmete göre yapan Cenab-ı Hak.
Hakîm-i Zülcelâl:
tasarruf ve ira-
desi her şeyi kuşatan sonsuz
büyüklük sahibi olan Cenab-ı
Hak.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
hususî:
özel.
intizam:
düzgünlük, tertipli ol-
ma.
kaside:
övgü için yazılan şiir.
manidar:
ince manalı.
manzum:
vezinli, kafiyeli.
medih:
övgü.
meşher:
sergi, gösterme yeri.
methüsena:
güzel vasıflarıyla
övmek.
mevzun:
ölçülü, vezinli.
mizan:
terazi, ölçü.
muntazam:
nizamlı, düzgün.
murassa:
kıymetli taşlarla,
mücevherlerle süslenmiş.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslenmiş.
nakkaş:
nakış yapan, süsle-
yen.
nazar:
bakış, dikkat.
nebat:
bitki.
nişan:
iz, eser.
resm-i küşat:
açılış töreni,
merasimi.
sultan-ı Ezelî:
kudret, kuvvet
ve hükümranlığının başlangıcı
olmayan Allah.
suret:
biçim, tarz.
şahadet:
şahitlik.
teganni:
hoş, güzel bir ses ve
makamla okuma, anlatma,
söyleme.
teşhir:
gösterme, sergileme.
vecih:
yön.
vücut:
var olma, varlık.
zemin:
yeryüzü.
ÜçÜnCÜ nÜkTe / 30. lem’a
| 288 |
B
eşinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA