bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak, bel-
ki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.
Ve bilhassa zeminin yüzünde, nebatî ve hayvanî dört
yüz bin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaşe ve yaşayış-
ça rahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi,
bir tek
Zat-ı Adl ve Rahîm
’i gösteriyor.
Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından bir
tek ferdin azası, cihazatı, duyguları o derece hassas bir
mizanla birbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o
tenasüp, o muvazene, bedahet derecesinde bir
Sâni-i
Adl ve Hakîm
’i gösteriyor.
Ve bilhassa her ferd-i hayvanînin bedenindeki hücey-
ratın ve kan mecralarının ve kandaki küreyvatın ve o kü-
reyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harika
muvazeneleri var; bilbedahe ispat eder ki, her şeyin diz-
gini elinde ve her şeyin anahtarı yanında ve bir şey bir
şeye mâni olmuyor, umum eşyayı bir tek şey gibi kolay-
ca idare eden bir tek
Hâlık-ı Adl ve Hakîm
’in mizanıyla,
kanunuyla, nizamıyla terbiye ve idare oluyor.
Haşrin mahkeme-i kübrasında, mizan-ı azam-ı adale-
tinde cin ve insin muvazene-i a’mallerini istib’at edip
inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i
ekbere dikkat etse, elbette istib’adı kalmaz.
ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, ne-
zafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcu-
datın düstur-i hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti
AsA-yı MûsA
D
öRDüncü
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 281 |
30. lem’a / ikinCi nÜkTe
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kıyamet:
dünyanın sonu, bütün
ölülerin dirilerek mahşerde top-
lanması.
küreyvat:
yuvarlar.
mahkeme-i kübra:
öldükten son-
ra bütün insanların diriltilerek Al-
lah huzurunda hesaba çekileceği
mahkeme.
mâni:
engel olan.
mecra:
akma yeri, kanal.
mevcudat:
mahlûklar, yaratılmış
şeylerin tamamı.
mizan:
terazi, ölçü.
mizan-ı azam-ı adalet:
adaletin
en büyük terazisi.
muvazene:
denklik, denge.
muvazene-i a’mal:
amellerin tar-
tılıp hesaplanması, ölçümü.
muvazene-i ekber:
en büyük öl-
çüm, tartı; ahiret.
muvazenet:
denk gelme.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
nebatî:
bitkisel.
nezafet:
temizlik, paklık.
nizam:
düzen, kanun.
rahîmâne:
şefkat ve merhametli
bir şekilde.
sâni-i Adl ve Hakîm:
her şeyi sa-
nat ve hikmetle yaratan adalet sa-
hibi Allah.
taife:
güruh, familya.
tenasüp:
uygunluk.
terbiye:
büyütme, besleyip bü-
yütme, eğitme.
tevellüdat:
tevellütler, doğumlar.
umum:
bütün, genel.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
Zat-ı Adl ve Rahîm:
adalet ve rah-
metle hükmeden Allah.
zemin:
yeryüzü.
ziya:
ışık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
adalet:
hakkaniyet, âdillik.
aza:
uzuvlar, parçalar.
bedahet:
açıklık.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bilhassa:
özellikle.
cihazat:
cihazlar, organlar.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
dizgin:
yönetim, idare, çekip
çevirme.
düstur-i hareket:
hareket
prensibi.
efrat:
fertler, bireyler.
ferd-i hayvanî:
her bir hay-
van.
fert:
birey, kişi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık-ı Adl ve Hakîm:
her şeyi
hikmet ve adaletle yaratan Al-
lah.
hassas:
incelikli, en ufak ölçü-
leri sağlıklı ve kesin olarak ve-
ren.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hayvanî:
hayvana ait.
hüceyrat:
hücreler.
iaşe:
yaşatma, besleme.
idare:
döndürme, çekip çevir-
me.
iktisat:
tutum, tasarruf.
ins:
insan.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
israf:
savurganlık.
istib’at:
uzak görme, olmaya-
cak sanma, akıldan uzak gör-
me.