Fail-i Muhtar
’ı, bir
Sâni-i Hakîm
’i bilmemek veya inkâr
etmek, ne kadar acip bir cehalet ve divanelik olduğu ta-
rif edilmez.
evet, dünyada en ziyade hayret edilecek bir şey varsa,
o da bu inkârdır. Çünkü kâinatın mevcudatındaki hadsiz
intizamat ve hikmetleriyle vücut ve vahdetine şahitler bu-
lunduğu hâlde onu görmemek, bilmemek, ne derece
körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar.
Hatta, diyebilirim ki, ehl-i küfrün içinde, kâinatın vü-
cudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen sofesta-
îler, en akıllılarıdır. Çünkü, kâinatın vücudunu kabul et-
mekle Allah’a ve Hâlık’ına inanmamak kabil ve mümkün
olmadığından, kâinatı inkâra başladılar, kendilerini de in-
kâr ettiler. “Hiçbir şey yok” diyerek, akıldan istifa ede-
rek, akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlık-
larından kurtulup bir derece akla yanaştılar.
D
öRDÜNCÜ
N
OKTA
onuncu sözde işaret edildiği gibi, bir
Sâni-i Hakîm
ve
gayet hikmetli bir usta, bir sarayın her bir taşında yüzer
hikmeti hassasiyetle takip etse, sonra o saraya dam yap-
mayıp, boşu boşuna harap olmasıyla, takip ettiği hadsiz
hikmetleri zayi etmesini hiçbir zîşuur kabul etmediği ve
bir
Hakîm-i Mutlak
, kemal-i hikmetinden, bir dirhem ka-
dar bir çekirdekten yüzer batman faydaları, gayeleri, hik-
metleri dikkatle takip ettiği hâlde, dağ gibi koca ağaca
bir dirhem kadar bir tek fayda, bir tek küçük gaye, bir tek
meyve vermek için o koca ağacın pek çok masarifini
AsA-yı MûsA
B
eşinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 295 |
30. lem’a / ÜçÜnCÜ nÜkTe
masarif:
masraflar, giderler.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
münkir:
inkâr eden, inanmayan.
sair:
diğer, başka.
sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla ve
hikmetle yaratan Allah.
sofestaî:
Allah’ı kabul etmemek
için kâinatı ve kendi varlığını da in-
kâr eden.
vahdet:
birlik.
zan:
sanma.
zayi:
ziyan.
zîşuur:
şuur sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
şaşılacak şey.
ahmak:
pek akılsız, budala.
batman:
iki kilo ile sekiz kilo
arasında değişen ağırlık ölçü-
sü.
cahil:
bilgisiz.
cehalet:
bilmezlik, cahillik.
dirhem:
yaklaşık 3 gram.
divane:
deli.
ehl-i küfür:
inkârcılar, küfre
gidenler.
Fail-i Muhtar:
istediğini ya-
pan, kendi iradesiyle faaliyette
bulunan, hakikî müessir.
gaye:
maksat, hedef.
gayet:
son derece, oldukça,
çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm-i Mutlak:
sonsuz hik-
met sahibi ve her şeyi her
hangi bir kayda ve şarta bağlı
olmaksızın gayeli ve faydalı
yaratan Allah.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, Allah.
harap:
yıkık, viran olma.
hassasiyet:
hassaslık, dikkatli-
lik.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde yaratılması.
inkâr:
reddetme, inanmama.
intizamat:
düzenler.
istifa etmek:
terk etmek, bı-
rakmak.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kemal-i hikmet:
mükemmel
hikmet ve gaye.