• Veyahut bir zat, bir günde yeniden büyük bir ordu-
yu teşkil ettiği hâlde, biri dese: “o zat bir boru sesiyle,
efradı istirahat için dağılmış olan taburları toplar; tabur-
lar, nizamı altına girerler.” sen desen ki, “İnanmam.”
ne kadar divanece hareket ettiğini anlarsın.
İşte şu üç temsili fehmettin ise, bak; nakkaş-ı ezelî,
gözümüzün önünde, kışın beyaz sahifesini çevirip, bahar
ve yaz yeşil yaprağını açıp, rûy-i arzın sahifesinde üç yüz
binden ziyade envaı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i
suret üzere yazar; birbiri içinde birbirine karışmaz. Bera-
ber yazar; birbirine mâni olmaz. teşkilce, suretçe birbi-
rinden ayrı, hiç şaşırtmaz; yanlış yazmaz. evet, en büyük
bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en küçük bir çe-
kirdekte dercedip, muhafaza eden zat-ı Hakîm-i Hafîz,
vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, denilir mi?
Ve küre-i arzı bir sapan taşı gibi çeviren zat-ı kadîr, ahi-
rete giden misafirlerinin yolunda, nasıl bu arzı kaldıracak
veya dağıtacak, denilir mi?
Hem hiçten, yeniden bütün zîhayatın ordularını bütün
cesetlerinin taburlarında kemal-i intizamla zerratı emr-i
(1)
o
¿ƒo
µ
n
«n
a r
øo
c
ile kaydedip yerleştiren, ordular icat eden
zat-ı zülcelâl, tabur misal cesedin nizamı altına girmek-
le, birbiriyle tanışan zerrat-ı esasiye ve ecza-i asliyesini
bir sayha ile nasıl toplayabilir, denilir mi?
Hem, bu bahar haşrine benzeyen, dünyanın her dev-
rinde, her asrında, hatta gece-gündüzün tebdilinde, hat-
ta cevv-i havada bulutların icat ve ifnasında haşre numu-
ne ve misal ve emare olacak ne kadar nakışlar yaptığını
AsA-yı MûsA
a
ltıncı
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 305 |
10. sÖZ / dokuZunCu HakikaT
örnek, numune.
muhafaza:
koruma, hıfzetme.
müstakbel:
gelecek.
müşahede:
gözle görme.
Nakkaş-ı Ezelî:
ezelî nakışlar ya-
pan, işleyen.
nizam:
düzen.
numune:
örnek, misal.
ruh:
insan ve hayvanlardaki dirilik
kaynağı, hayatın temeli ve sebebi,
maddî olmayan cevher, manevî
varlık.
rûy-i arz:
yeryüzü.
sayha:
ses, haykırma, çığlık.
suret:
biçim, şekil.
tabur:
askerî birlik.
tebdil:
değiştirme.
teşkil:
şekillendirme, şekil verme.
Zat-ı Hakîm-i Hafîz:
her şeyin aslı-
nı koruyan ve her şeyi hikmetli ve
faydalı yapan zat, Allah.
Zat-ı Kadîr:
her şeye gücü yeten
Allah.
zerrat:
çok ufak parçalar, mole-
küller, atomlar.
zerrat-ı esasiye:
esas atomlar, te-
mel parçalar.
zîhayat:
hayat sahibi, canlılar.
ziyade:
çok.
adet:
sayı, rakam.
ahiret:
öteki dünya.
ahsen-i suret:
şeklin en güze-
li.
arz:
yer, dünya.
ceset:
ten, vücut, beden.
cevv-i hava:
hava boşluğu.
derç:
arasına koyma, sıkıştır-
ma.
divanece:
delice.
ecza-i asliye:
vücutta temel
teşkil eden organlar.
efrat:
fertler.
emare:
alâmet, işaret, iz.
enva:
çeşitler.
fehmetmek:
anlamak.
haşir:
toplanma.
haşr-i cismanî:
cesetle dirilt-
me.
icat:
vücuda getirme, yarat-
ma.
ifna:
sona erdirme, sonlandır-
ma.
istib’at:
uzak görme.
kader:
İlâhî iradeyle belirlenen
plân, program.
kemal-i intizam:
tam ve ek-
siksiz düzen.
kudret:
güç, kuvvet.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mâni:
engel olan.
mazi:
geçmiş zaman.
misal:
bir şeyin benzer hâli;
1
. “Ol!” der, oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)