Asâ-yı Mûsa - page 313

intizam-ı mutlak, elbette, gündüz ışığı, ışık güneşi göster-
diği gibi, bir
Kadîr-i Zülcelâl’
in, bir
Hakîm-i Zülkemal
’in,
bir
Rahîm-i Zülcemal’
in vücub-i vücuduna ve kemal-i kud-
retine ve cemal-i rububiyetine ve vahdaniyetine ve eha-
diyetine şahadet ederler,
(1)
»'
æ°r
ùo
?r
G o
ABÉ n
ªr
°Sn
’r
G o
¬n
d
sırrını gös-
terirler.
Şimdi, ey bîçare cahil, gafil, muannit, muattıl! Bu ha-
kikat-i uzmayı ne ile tefsir edebilirsin? Bu nihayet dere-
cede mu’cize ve harika keyfiyeti ne ile izah edebilirsin?
Bu hadsiz derecede acip şu sanatları neye isnat edebilir-
sin? Bu yeryüzü derecesinde geniş bu pencereye hangi
perde-i gafleti atıp kapatabilirsin? senin tesadüfün nere-
de, tabiat dediğin ve güvendiğin şuursuz yoldaşın ve da-
lâlette istinatgâhın ve arkadaşın nerede? Bu işlere tesa-
düfün karışması yüz derece muhal değil mi? Ve şu hari-
ka işlerin binden birinin tabiata havalesi bin derece mu-
hal olmuyor mu? Yoksa camit, âciz tabiatın her bir şeyin
içinde, o şeyden yapılan, eşya adedince manevî makine
ve matbaaları mı var?
®
AsA-yı MûsA
Y
eDinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 313 |
on yedinCi penCere
ifade:
anlatma, bildirme.
intizam-ı mutlak:
tam ve mü-
kemmel düzen.
isnat:
dayandırma.
istinatgâh:
dayanak noktası.
izah:
açıklama.
Kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük,
haşmet ve kudret sahibi, Allah.
kemal-i kudret:
kudretin mü-
kemmelliği.
keyfiyet:
durum, vaziyet.
mana:
anlam.
manevî:
maddî olmayan, manaya
ait; ruha ait, içe ait; fikrî, hissî; gö-
rünmeyen.
matbaa:
basım evi.
muannit:
inatçı.
muattıl:
Allah’a inkâr eden.
mu’cize:
bir benzerini yapma ko-
nusunda başkalarını âciz bırakan
olağanüstü şey.
muhal:
imkânsız.
muntazam:
düzenli.
mükemmel:
her şeyi tam ve ek-
siksiz.
perde-i gaflet:
gaflet perdesi, ger-
çekleri görmeye engel olan perde,
önemsememezlik.
Rahîm-i Zülcemal:
güzellik sahibi
olan ve yarattıklarına karşı sonsuz
şefkat ve merhametli olan Allah.
sahavet:
cömertlik.
sanat:
ustaca ve güzel yapılış.
sır:
gizli hakikat, gerçek.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şuursuz:
akılsız, bilinçsiz.
tabiat:
doğa, Allah’ı inkâr edenle-
rin yaratıcı bir güç olarak gördük-
leri içinde yaşadığımız doğa ve
madde âlemi.
tefsir:
açıklama, yorum.
temsil:
örnek, benzetme.
tesadüf:
rastgelme, rastlantı.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak.
yoldaş:
yol arkadaşı.
acip:
hayret verici, şaşırtıcı.
âciz:
güçsüz.
adet:
sayı, miktar.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
cahil:
bilgisiz.
camit:
cansız.
cemal-i rububiyet:
Allah’ın
bütün varlıklara muhtaç ol-
dukları şeyleri vermesi, onları,
yetiştirmesi, uyum içinde ida-
re ve sevk etmesindeki güzel-
lik.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, doğru yoldan ayrıl-
mak.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ehadiyet:
birlik. Allah’ın birliği.
eser:
yapı.
fiil:
iş.
gafil:
gerçekleri görmeyen,
önemsemeyen, iyi düşünme-
yen.
hadsiz :
sınırsız.
hakikat-i uzma:
en büyük ha-
kikat.
Hakîm-i Zülkemal:
her şeyi
belirli gayelere yönelik, fayda-
lı, yerli yerinde ve mükemmel
yaratan, kemal sahibi Allah.
harika:
olağanüstü.
havale:
bırakma; bir işi başka-
sının yaptığını iddia etme.
1.
En güzel isimler Onundur. (Haşir Suresi: 24.)
1...,303,304,305,306,307,308,309,310,311,312 314,315,316,317,318,319,320,321,322,323,...570
Powered by FlippingBook