ihatatı ile o semavat Hâlıkı’nın vücub-i vücuduna ve vah-
detine ve mevcudiyeti semavatın mevcudiyetinden daha
zahir bulunduğuna bilmüşahede şahadet eder manasıyla,
Birinci Makamın Birinci Basamağında
,
/
‘
/
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O i/
òs
dG p
Oƒo
Lo
ƒdr
G o
Öp
LGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬'
dp
G n
’
p
án
?«/
?n
M p
án
WÉn
Mp
G p
án
ªn
¶n
Y p
In
OÉn
¡n
°ûp
H Én
¡«/
a Én
e p
™«/
ªn
ép
H o
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG p
¬p
Jn
ór
Mn
h
p
?«/
Xr
ƒs
àdGn
h p
?«/
¶r
`æs
àdGn
h p
º«/
¶r
æs
àdGn
h p
ôj/
hr
ós
àdGn
h p
Ò/
Hr
ós
àdGn
h p
Ò/
î°r
ùs
àdG
(1)
@ p
In
ón
gÉn
°ûo
Ÿr
Ép
H p
án
?s
ªn
µ`o
Ÿr
G p
án
©°p
SGn
ƒr
dG
denilmiştir.
sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire,
cevv-i sema denilen ve mahşer-i acaip olan feza gürültü
ile konuşarak bağırıyor:
“Bana bak! Merakla aradığını ve seni buraya göndere-
ni benimle bilebilir ve bulabilirsin” der.
o misafir, onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar,
müthiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki:
zemin ile asuman ortasında muallâkta durdurulan bu-
lut, gayet hakîmâne ve rahîmâne bir tarzda zemin bah-
çesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve hara-
reti, yani yaşamak ateşinin şiddetini tadil eder ve ihtiyaca
göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok
vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun
acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi,
AsA-yı MûsA
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 157 |
7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
ten, dehşetli, korkunç.
rahîmâne:
rahim olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
semavat:
semalar, gökler.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
tadil:
doğrultma, düzeltme, denk-
leştirme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
vahdet:
birlik ve teklik.
vazife:
görev.
vücûb-i vücud:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkansız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
zahir:
açık, âşikar.
zemin:
yeryüzü
âb-ı hayat:
hayat suyu.
ahali:
halk.
asuman:
gökyüzü, sema.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
cevv-i sema:
gökyüzü, hava
âlemi, uzay boşluğu.
feza:
kâinatta, yıldızlar arasın-
daki boşluk, uzay.
gayet:
son derece.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hararet:
sıcaklık.
ihatat:
kuşatmalar, etrafını
sarmalar, içine almalar.
imdat:
yardım.
mahşer-i acayip:
hayret verici
şeylerin toplandığı yer.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
muallâk:
asılı, asılmış.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
1.
Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud’dur ki, vüs’at ve mükemmeli-
yeti bilmüşahede görünen teshir,tedbir,tedvir,tanzim,tanzif ve tavzif hakikatlerinin aza-
met-i ihatasının şahadetiyle, semavat bütün içindekilerle beraber Onun vahdet içindeki
vücub-i vücuduna delâlet eder.