Asâ-yı Mûsa - page 159

bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine
koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez. Belki
gayet kadîr ve rahîm bir kumandanın emriyle hareket
eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def’aten meydana
çıkar, iş başına geçer. Ve gayet Fa’al ve Müteal ve gayet
cilveli ve haşmetli bir sultanın fermanıyla ve kuvvetiyle
vakit be vakit cev âlemini doldurup boşaltır ve mütema-
diyen hikmetle yazar ve paydos ile bozar tahtasına ve
mahv ve ispat levhasına ve haşir ve kıyamet suretine çe-
virir. Ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet kerem-
kâr ve rububiyetperver bir Hâkim-i Müdebbir’in tedbiriy-
le rüzgâra biner ve dağlar gibi yağmur hazinelerini bindi-
rir, muhtaç olan yerlere yetişir. güya onlara acıyıp ağla-
yarak, göz yaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin
şiddet-i ateşini serinlendirir. Ve sünger gibi, bahçelerine
su serper ve zemin yüzünü yıkar, temizler.’’
Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: “Bu camit,
hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız,
fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın
perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüz binler
hakîmâne ve rahîmâne ve sanatkârâne işler ve ihsanlar
ve imdatlar bilbedahe ispat eder ki, bu çalışkan rüzgârın
ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok;
belki gayet
Kadîr
ve
Alîm
ve gayet
Hakîm
ve
Kerîm
bir
Amirin emriyle hareket eder. güya her bir zerresi her bir
işi bilir ve o Amirin her bir emrini anlar ve dinler bir nefer
gibi, hava içinde cereyan eden her bir emr-i rabbanîyi
dinler, itaat eder ki, bütün hayvanatın teneffüsüne ve
AsA-yı MûsA
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 159 |
7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
imdat:
yardım.
ispat:
sağlamlaştırma, sağlam ve
dayanıklı hâle getirme.
itaat:
boyun eğme, uyma, alınan
emre göre hareket etme.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
keremkâr:
kerem eden, lütfeden,
eli açık olan, bağışlayan, cömert.
Kerîm:
ihsan ve ikramı bol olan Al-
lah.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
lütufkâr:
lütuf edici.
mahv:
yok etme, ortadan kaldır-
ma, batma.
müteal:
yüksek, yüce, ulu, âli, bü-
yük.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nefer:
asker, er.
Rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahîmâne:
rahim olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
rububiyetperver:
ihtiyaca cevap
vermeyi ve terbiye etmeyi seven.
sanatkârâne:
sanatkarca, bir sa-
natkâra yakışacak yolda.
sebat:
sabit durma.
şiddet-i ateş:
ateşin şiddeti, yakı-
cılığı.
tedbir:
idare etme, çekip çevirme.
teneffüs:
nefes alma, soluklanma,
solunum.
vakitbevakit:
vakit vakit, zaman
zaman.
vücut:
var olma, varlık.
zahirî:
görünürde
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
Alîm:
her şeyi hakkıyla bilen
Allah.
amir:
emreden, buyuran.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cereyan:
bir tarafa doğru akış,
akıntı, akım.
cevval:
daim, hareket hâlinde
olan, koşan dolaşan.
cilve:
tecelli, görüntü.
def’aten:
birdenbire, bir defa-
da, âni olarak.
emr-i Rabbanî:
Allah’ın emri.
faal:
çok işleyen, daima hare-
kette bulunan, çok çalışan, ak-
tif.
ferman:
emir, buyruk.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
Hâkim-i Müdebbir:
her şeye
hükmeden ve işleri düzenle-
yip idare eden, Allah.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli,
heybetli.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bil-
gi.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihsanperver:
ihsan etmeyi se-
ver, ihsan edici, yardım sever.
1...,149,150,151,152,153,154,155,156,157,158 160,161,162,163,164,165,166,167,168,169,...570
Powered by FlippingBook