tedbirden terekküp eden bir hakikatin yüksek ve aşikâr
şahadetini işitir:
$Ép
H o
âr
æ`n
e'
G
der. Yani, “
Allah’a ve bunları
yaratana ve tedbirini görene tam iman ettim
” der.
Birin-
ci Makamın İkinci Mertebesinde,
/
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O …/
òs
dG p
Oƒo
Lo
ƒr
dG o
Öp
LGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
p
Ò/
î°r
ùs
àdG p
án
?«/
?n
M p
án
WÉn
Mp
G p
án
ªn
¶n
Y p
In
OÉn
¡°n
ûp
H p
¬«/
a Én
e p
™«/
ªn
ép
H t
ƒn
÷r
G
(1)
@ p
In
ón
gÉn
°ûo
Ÿr
Ép
H p
án
?s
ªn
µ`o
Ÿr
G p
án
©°p
SGn
ƒr
dG p
Ò/
Hr
ós
àdGn
h p
?j/
õr
æ`s
àdGn
h p
?j/
ô°r
üs
àdGn
h
fıkrası, bu yolcunun cevve dair mezkûr müşahedatını ifa-
de eder.
(İHTaR)
sonra, o seyahat-i fikriyeye alışan o mütefekkir misa-
fire, küre-i arz lisan-ı hâliyle diyor ki: “gökte, fezada, ha-
vada ne geziyorsun? gel, ben sana aradığını tanıttıraca-
ğım. gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku.” o
da bakar, görür ki:
Arz, meczup bir Mevlevî gibi iki hareketiyle günlerin,
senelerin, mevsimlerin husulüne medar olan bir daireyi,
haşr-i azamın meydanı etrafında çiziyor. Ve zîhayatın
yüz bin envaını bütün erzak ve levazımatlarıyla içine alıp
feza denizinde kemal-i muvazene ve nizamla gezdiren ve
İHTaR:
Birinci Makamda geçen otuz üç mertebe-i tevhidi bir parça izah
etmek isterdim. Fakat, şimdiki vaziyetim ve hâlimin müsaadesizliği ci-
hetiyle, yalnız gayet muhtasar bürhanlarına ve mealinin tercümesine
iktifaya mecbur oldum. risale-i nur’un otuz, belki yüz risalelerinde, bu
otuz üç mertebe, delilleriyle, ayrı ayrı tarzlarda, her bir risalede bir kı-
sım mertebeler beyan edildiğinden, tafsili onlara havale edilmiş.
arz:
yer, dünya.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
erzak:
yiyecek, içecek; yenilecek,
içilecek şeyler, azıklar.
feza:
kâinatta, yıldızlar arasındaki
boşluk, uzay.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
hakikat:
gerçek, esas.
haşr-i azam:
büyük haşir, büyük
diriliş ve toplanma yeri.
husul:
hasıl olma, meydana gel-
me, peydâ olma.
iman:
inanma, itikat.
kemal-i muvazene:
dengenin ve
ölçünün kusursuzluğu, mükem-
mel derecede ölçülü ve dengeli ol-
ma.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
meczup:
cezbeye tutulmuş,
İlâhî aşkla aklî dengesi değiş-
miş kimse, divane.
medar:
sebep, vesile.
mertebe:
derece, basamak.
Mevlevî:
Mevlevîlik tarikatına
mensup kimse.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
müşahedat:
gözlemler.
mütefekkir:
tefekkür eden,
düşünen, her şeyi hikmetince,
ibret almak ve kavramak üze-
re düşünen, düşünür.
nizam:
düzgünlük, tertip.
sahife:
sayfa.
seyahat-i fikriye:
fikir seya-
hati.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
vazife:
görev.
zîhayat:
hayat sahibi.
ayeTÜ’l-kÜBra / 7. Şua
| 162 |
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud’dur ki, vüs’at ve mükemmeli-
yeti bilmüşahede görünen teshir,tasrif,tenzil ve tedbir hakikatlerinin azamet-i ihatasının
şahadetiyle, cevv-i sema bütün içindekilerle beraber Onun vücub-i vücuduna delâlet eder.