çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan top-
rak altında göreceği ve konuşacağı melâikelerle konuş-
mayı ve refakati sevdirerek, bu mekâna daha çok ünsi-
yet izhar etmekle, bu korkulu ilk menzil hakkındaki fev-
kalhad korkularımızı tadil etmiş, nefes aldırmış. Husu-
suyla o âlemin nuranî hayatını, benim gibi, göremeyen-
lerin ellerinde şuaatı yüz binlerle senelik mesafelere uza-
nan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de, da-
ima koklanılacak numunelik bir çiçek bahçesi olmuştur.
evet, biz, sevgili üstadımıza arz ediyoruz ki; her gün
dersini hocasına okuyan bir talebe gibi, nurdan aldığımız
feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arz edelim.
Fakat, sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını tatil bu-
yurdular.
Ey aziz Üstadım,
risale-i nur’un hakikati ve Meyvenin güzelliği ve çiçe-
ğinin feyzi, beni minnettarâne bir parça memleketim na-
mına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalplere
hayat vermiş. Şimdi muhitimizde, risale-i nur’a karşı
atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyvenin on Birinci Çi-
çeği ile daha çok metanet kesb etmiş, inkişaf etmiş, fa-
aliyete başlamıştır.
Çok hakir talebeniz
Hüsrev
@@@
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 145 |
on BirinCi mesele
nümune:
örnek.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
refakat:
refiklik arkadaşlık.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet,
esenlik.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şuaat:
şualar, ışınlar, parıltılar.
tadil:
doğrultma, düzeltme, aslına
uygun şekilde değiştirme.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakk’ı şanına layık ifade-
lerle anma.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk
âlem:
dünya, cihan.
arz:
bir büyüğe sunma, gös-
terme, bildirme.
aziz:
muhterem, saygın.
bereket:
mübareklik, bolluk,
saadet.
daimî:
sürekli, devamlı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
fevkalhad:
haddinden fazla,
pek çok, haddin ötesinde, üs-
tünde.
feyiz:
bolluk, bereket, verimli-
lik.
hakikat:
gerçek, esas.
hakir:
küçük, aşağı, ehemmi-
yetsiz.
hususiyle:
özellikle.
hükmüne:
yerine, değerine.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfo-
lunma.
İsrâ:
Kur’ân-ı Kerîm’in 17. sure-
sidir. Mekke’de nazil olmuştur.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kesb:
kazanma.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
mekân:
yer, mahal.
melâike:
melekler.
menzil:
yer, konak.
mesafe:
uzaklık, ara.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık, sağlamlık.
minnettarane:
minnet duya-
rak, yapılan bir iyiliğe karşı te-
şekkür hissi taşıyarak.
muhit:
yöre, çevre.
nam:
ad, isim, yerine.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.