Beşincisi: Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, şu müsebbeb, şu sebeple vukua gelecek. Öyle ise, denilmesin ki, “Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir; cüz-i ihtiyârıyla tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı, yine ölecekti?”
Suâl: Niçin denilmesin?
Elcevap: Çünkü kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Ya Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki, “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mutezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”
• Altıncısı: (HÂŞİYE) Cüz-i ihtiyârînin üssü’l-esası olan meyelân, Matüridîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî, ona mevcut nazarıyla baktığı için abde vermemiş; fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise, o meyelân, o tasarruf bir emr-i nisbîdir; muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tamme istemez ki, illet-i tamme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip, ihtiyârı ref’ etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti bir rüçhaniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur’ân ona o anda diyebilir ki, “Şu şerdir, yapma.”
Evet, eğer abd, hâlık-ı ef’âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyârı ref’ olurdu. Çünkü ilm-i usul ve hikmette, “Mâ lem yecib lem yûced” kaidesince mukarrerdir ki, “Bir şey vacib olmazsa, vücuda gelmez.” Yani, illet-i tamme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tamme ise, malülü, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyâr kalmaz.
HÂŞİYE: Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir.
Sözler, Yirmi Altıncı Söz, s. 528
LÛGATÇE:
abd: kul.
adem-i taallûk: alâkası bulunmama.
cüz-i ihtiyârî: seçim gücü, irade, dilediği gibi hareket edebilme kabiliyeti.
emr-i itibarî: gerçekte var olmadığı hâlde varsayılan.
emr-i nisbî: bir diğerine göre var olduğu kabul edilen.
fırka-i dâlle: hak yoldan ayrılmış topluluk.
hâlık-ı ef’âl: fiillerin yaratıcısı.
illet: asıl sebep, temel sebep.
illet-i tamme: her hangi bir şeyin var olması için gereken sebeplerin tamamı.
malül: sebebin doğurduğu sonuç; fiil.
meyelân: meyil gösterme, yönelme; istek, eğilim.
mukadder: Allah tarafından ezelde takdir olunmuş.
müsebbeb: sonuç.
ref’: kaldırma, hükümsüz bırakma.
rüçhaniyet: üstünlük.
taallûk: alâkalı oluş, ilgili olma.
vücub: zorunluluk.
vücud-u haricî: İlahî irade ve kudret ile meydana gelmişlik, yaratılmışlık durumu.