Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, Sünnet-i Seniyyeye ittibadır.
Yani, a’mâl ve harekâtında Sünnet-i Seniyyeyi düşünüp ona tâbi olmak ve taklit etmek ve muamelât ve ef’alinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir. [...] İşte bu cadde-i kübra, velâyet-i kübra olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan Sahabe ve Selef-i Salihînin caddesidir.
Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, Dokuzuncu Kısım, s. 530
***
Birinci Nükte
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: [Arabî ibare] Yani, “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”
Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittiba, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid’aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya, sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hatıra bir huzur-u İlâhî hatırasına inkılâb eder. Hatta en küçük bir muamelede, hatta yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi müraat ettiği dakikada, o adi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü, o adi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibaını düşünüyor ve Şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve Şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenab-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.
İşte bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevaptar yapabilir.
İkinci Nükte
İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî (ra) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat’-ı meratib ederken, tabakat-ı evliya içinde en parlak, en haşmetli, en letafetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibaı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hatta o tabakanın âmî evliyaları, sair tabakatın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.”
Evet, müceddid-i elf-i sani İmam-ı Rabbanî (ra) hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.
Lem’alar, On Birinci Lem’a, s. 127
Medrese-i Yusufiye Mektupları
Üç Ayları Medrese-i Yusufiye’de geçirmek
...Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzam’da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek’te bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar. Bu pek çok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhur-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır; ne kadar zahmet çekilse, ayn-ı rahmettir. İbadet cihetinde böyle olduğu gibi; Nur hizmeti dahi nisbeten, kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla, bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazen bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar fayda verir. Hem Nurun, sırr-ı ihlâsı siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pek çok muhtaç bulunan mahpus bîçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise, zaten bu üç ay, ahiret pazarı olmasından, her biriniz çok şakirdlerin bedeline, hatta bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin hâricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.
***
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Receb-i Şerif’inizi ve yarınki Leyle-i Regaib’inizi ruh u canımızla tebrik ederiz.
Sâniyen: Me’yus olmayınız, hem merak ve telâş etmeyiniz; inayet-i Rabbaniye inşaallah imdadımıza yetişir. Bu üç aydan beri aleyhimizde ihzar edilen bomba patladı. Benim sobam ve Feyzi’lerin su bardağı ve Hüsrev’in iki su bardaklarının verdikleri haber doğru çıktı. Fakat dehşetli değil, hafif oldu. İnşaallah, o ateş tamamen sönecek. Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nurun fütuhatına bulantı vermektir. Emirdağı’ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde alet bir adam ve bid’atkâr bir yarım hoca ile beraber, bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş; inşaallah, o bir dahi, bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri bizi birbirinden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akim kalacak. Bu mübarek ayların hürmetine ve pek çok sevap kazandırmalarına itimaden sabır ve tahammül içinde şükür ve tevekkül etmek ve “Men âmene bi’l-kaderi emine mine’l-kederi” [Kadere iman eden, kederden kurtulur] düsturuna teslim olmak elzemdir, vazifemizdir.
Said Nursî
Şualar, On Dördüncü Şua, s. 519-520