DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ MEDENİ HUKUK ANABİLİM DALI ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ÖMER ERGÜN: “Bediüzzaman’ın bütün hayatı boyunca iki şeye çok dikkat etmesi çok dikkatimi çekmiştir. Bunlardan birincisi; haklı olduğu bir davayı sonuna kadar ısrarla takip etmiş ve hiçbir kimseden korkmamıştır. İkincisi; hiçbir zaman devleti ele geçirmek ve bu vesileyle İslam’ı ve Kur’an’ı tepeden inmeci bir anlayışla insanların Müslüman olmasına ilişkin hiçbir yaklaşıma tevessül dahi etmemiştir.”
Bediüzzaman'ın Bakışıyla Eğitim - 5
DİZİ: MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ
[email protected]
***
Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Diyarbakır Çüngüş’lü 9 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak Diyarbakır’da dünyaya geldim, üniversite dahil Diyarbakır’da öğrenim gördüm. Yüksek lisansımı ve doktoramı ise, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Bölümü’nde yaptım. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaktayım.
Bediüzzaman’ı nasıl tanıdınız? Eserleri ve değerli şahsiyeti ile birlikte, bir değerlendirmede bulunur musunuz?
Bediuzzaman’ı, Diyarbakır’da Mustafa ağabeyimin çocuklar için Melik Ahmet semtinde ‘medrese’ olarak ifade edilen mekanlarda yapılan sohbetlerde tanıdım. Çocukluk ve gençlik yıllarımız, ülkemizin şartları gereği; hep sıkıyönetimin olduğu olağanüstü zaman dilimlerinde geçti. Sosyal olaylara ilgisi olan biriydim. Dolayısıyla küçüklüğümden beri, bireyin haklarına ve özgürlüklerine; demokrasi, hak, hukuk ve adalet konularına ilgi duyan ve bu konuda okumalar yapan biriydim. Üniversite yıllarım olan 1986-1990 yılları; okulda birçok muhafazakâr arkadaşla, İslam-demokrasi ve İslam-anayasa tartışmaları ile geçti. Bu yıllarda bende Said Nursi’nin Münazarat, Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfî, Makalat gibi; Eski Said Eserleri olarak bilinen, meşrutiyet/cumhuriyet/demokrasiyi anlatan, bireyin temel haklarından ve özgürlüklerinden bahseden, düşünce ve fikir hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, laiklik, adalet-i mahza (bilmana hukuk devleti), adalet-i izafiye kavramlarını anlatan eserlerini tekrar tekrar okuyup anlamaya çalışırdım.
Bu eserlerinde halk diliyle anlatılan muazzam bir devlet felsefesi ve devletin yönetimine ilişkin ana unsurları ihtiva eden bir bilgi şöleni söz konusudur. Sosyal konulara ilgi duyan birisi olarak bu konuların dikkatinizi çekmemesi mümkün değil. Hakların ve özgürlüklerin, adaletin ve demokrasinin dar bir alana sıkıştırıldığı 1980-90’lı yıllarda; dünya kadar geniş ve hür bir alanın kapılarını bize alabildiğince açan bir Bediuzzaman’ı karşımızda bulmak, bizi o zamanlar acayip derecede mutlu etmekteydi. Hatta adaletin, hakkın, hukukun ve demokrasinin; Batı’nın malı olduğuna ilişkin bize akademide okutulan bilgilerden çok üzülür, özümüze dönüp kaynak arardık. İşte o dönemlerde, Allah Bediüzzaman’ın bu eserleriyle bizi tanıştırdı.
Bediüzzman,Demokratik toplum modelinin özünün Kur’an’da var olduğunu ifade eder
Said Nursî gerek şahsî tutum ve davranışı ve gerekse te’lif ettiği Risale-i Nurlar’la ne yapmak istemiş, neyi gerçekleştirmeye çalışmıştır?
Bediuzzaman üç dönem yaşamış bir insan. Padişahlık döneminde, padişahlığa karşı meşrutiyeti desteklemiş. Cumhuriyet kurulduğunda, meşrutiyete karşı cumhuriyeti desteklemiş. Eğer günümüzde yaşasaydı demokratik bir cumhuriyeti isterdi; temel hakların ve özgürlüklerin “ama”sız yaşandığı, her insanın şahane hür olduğu bir zemini oluşturmaya gayret ederdi.
Bediuzzaman’da bu tartışmaların olduğu dönemlerde gördüğüm orjinal bir duruş var; temel haklardan ve özgürlüklerden, adaletten, hukuk devleti ve demokrasi konularından bahsederken bunları özellikle hürriyeti ve özgürlüğü imanın bir hassası olarak; onları İslam’ın öz malı olarak kabul ediyor. Demokratik toplum modelinin özünün Kur’an’da var olduğunu ifade etmektedir. Aslında bu müthiş bir meydan okumadır.
Bunların Hz. Peygamber (asm) ve dört halife döneminde yaşandığını söylemektedir. Yani hem teorisi hem de pratiği yapılmış. Yani; elimizde verileri olan, sosyal laboratuvarda ispatlanmış bir konu var ve bu veriler İslam’a ve İslam kaynaklarına uygun; benim malım, öz malım. Olaya bu şekilde yaklaşan bir İslam alimi olması dolayısıyla, bu değerleri kabul etme konusunda hiçbir çekince göstermeden ve bu değerlere vicdanı da katarak, seküler ve laik dünyaya maneviyatı hatırlatarak pozitif bir pencere açmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında; toplumun inanç noktasından zayıflığını ve bu alana yönelik olumsuz faaliyetlerin planlı bir şekilde gerçekleştirildiğini görünce, iman ve inanç konularındaki eksikleri damarlarına kadar hissedince, bir anlamda mevcut idare ile olan uyumsuzluğundan dolayı sürgün olarak geldiği Barla’da toplumdan izole bir şekilde imanın şartlarını ispatla; Kur’an’ın günümüze bakan veya yanlış anlaşılan yönlerini, günümüz insanına, hemde çok basit bir dil ile anlatmaya çalışmıştır. Tek parti ile yönetilen o dönemde yazdığı kitaplar elle yazılarak çoğaltılmış ve insanlara elden ele ulaştırılmış. Bu anlamda masalımsı bir hikâyesi var Bediüzzaman’ın.
Meşrutiyet döneminde İstanbul’da aksiyoner bir alim, Kurtuluş Savaşı’nda gönüllü alay komutanı, Rusya’da 1. Dünya savaşı sırasında esir düşen, 1917 Devrimi dolayısıyla çıkan iç karışıklıklardan istifade ederek firar eden ve vatana dönen, Cumhuriyet Dönemi’nde Barla’da toplumdan izole edilmiş kitap yazan bir pir-i fani. Zaten tek parti döneminde, tek görüş, tek düşünce olan tek kişilik yönetimde yapılacak çok da bir şey yok; yazmak belki de en büyük hizmet. Bu dönemde yazmış olduğu bir eserini, Haşir Risalesi’ni 1980’de okuduğumda; haşre iman etmenin tadını, mutluluğunu ve huzurunu içimde hissettiğimi hatırlıyorum.
Evet, iman etmenin insanda meydana getirdiği olumlu, aydınlatıcı, rahatlatıcı bir duygu selini bu dönemde yazdığı; Sözler, Mektubat ve Lem’alar kitaplarında gördüm ve bunları okudukça kendimi buldum.Türkiye’nin çok partili döneme geçişiyle birlikte; İstanbul’da meşrutiyet döneminde söylediklerini, tekrar söylemeye başlar. Artık yazma dönemi tamamlanmıştır, yazdıklarının topluma aktarılması ve anlatılması lazımdır. Bu dönemde de insanlara anlatmıştır. Bediüzzaman’ın bütün hayatı boyunca iki şeye çok dikkat etmesi çok dikkatimi çekmiştir. Bunlardan birincisi; haklı olduğu bir davayı sonuna kadar ısrarla takip etmiş ve padişah da olsa, genelkurmay başkanı da olsa, devlet başkanı da olsa, hiçbir kimseden korkmamıştır; müthiş bir cesarete sahiptir. Ve bunları yaparken hiçbir şekilde silahı ve şiddeti bir argüman olarak kullanmamıştır; silahı ve şiddeti her zaman reddetmiş, yanına gelenlere de bu anlamda tavsiyelerde bulunmuş, barışçıl bir müfessirdir.
İkincisi; hiçbir zaman devleti ele geçirmek ve devlette kadrolaşmak, bu vesileyle İslam’ı ve Kur’an’ı vatandaşlara buyurgan bir tarzda anlatmak ve zorla, tepeden inmeci bir anlayışla insanların Müslüman olmasına ilişkinhiçbir yaklaşıma tevessül dahi etmemiştir. Zorla değil, reddiyeci ve toptancı tavırlarla değil, iknayla ve yumuşak bir üslup ile İslam’ın anlatılmasını uygun bulmuştur. Belki bunuda eklemek lazım; sahabe metodu olarak, şahıs merkezli bir hizmet metodunu hiçbir zaman benimsememiş; yazmış olduğu Kur’an tefsirine ve Kur’an’a bağlılığı esas almıştır.
Said Nursi, İslam’ı yaşayarak ve yazarak; anlatan bir müfessirdir
Said Nursi, gerek şahsi tutum ve davranışı gerekse telif ettiği eserler olan Risale-i Nur’larlane yapmak istemiştir; neyi gerçekleştirme gayesini ileri sürerek mücadelesini sürdürmüştür?
Said Nursi, İslam’ı yaşayarak ve yazarak; anlatan bir müfessirdir. Bütün ömrü boyunca İslam’ı, yazmış olduğu Kur’an tefsirleri ile Kur’an’ı bütün insanlığa anlatan bir âlim. İslam’ın sönmez ve söndürülmez bir güneşolduğunu bütün dünyaya anlatan bir müfessirdir. İman-küfür savaşında Kur’an’ı insanlara anlatma modeli olarak, Hz. Peygamber (asm) dönemindeki gibi; imanı ve inancı, bütün insanlığa ikna yoluyla çağımız insanını Kur’an’a ve İslam’a davet etmiştir. Günümüz açısından bu tebliğ metoduyla; aklî delillerle Kur’an’ın meselelerini ispatlayarak anlatmaya gayret etmiştir. Özellikle çağımızın bir vebası olan inançsızlığı ve toplumu etkileyen olumsuzlukları ve yıkımları onarmaya, inançsızlık yangınından insanları kurtarmaya çalışan bir müfessirdir.
Bütün bunları yaparken kişisel bir beklenti içerisinde olmamış; fîsebilillah çalışmış; kimseden maddi yardım, para almadığı gibi; talep de etmemiştir. Hatta kendisine verilen hediyeleri, hediye verenlerin hatırlarını kırarak reddetmiştir. Bu hizmetleri için para, maddi yardım, hediye istemeyi bir anlamda dilencilik olarak görmüş; para verenin bir süre sonra akıl da vereceğini ve bunun hizmetlerdeki ihlası kıracağını belirterek, kendisi ile birlikte çalışanlara da aynı tarzı vasiyet etmiştir. Normal bir vatandaş gibi yaşamış ve öldüğünde bir sepete sığacak mal ile ahiret yurduna göç etmiştir. Ama yazdığı eserler 50’den fazla dile çevrilmiş, hizmet metodu ile ilgili olarak 40’ı aşkın yüksek lisans ve doktora tezi yazılmıştır. Hakkında yazılan eserler ise, binleri aşmıştır.
Bütün bunlarla Bediüzzaman öncelikle bu vatanda yaşayanların, bununla birlikte bütün insanlığın inanç konusundaki eksikliklerini yazdığı eserlerle gidermeye çalışıp, imanlarını güçlendirmeye yönelik faaliyetleri ile insanlara yol göstermiş; özellikle inançsızlığın dehşetini, vahşetini insanlara ve topluma göstermeye çalışmıştır. Bu vesileyle inançsızları imana davet etmiş, inançlı olanların inançlarını muhafazasına ve güçlendirmesine çalışmıştır.
İslam ile bilim-teknoloji arasına giren ikiliği kaldırmıştır
Bediüzzaman’ın en önemli gayelerinden birisi de, eğitimdir. Bunun içinde din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulmasını arzu etmiştir. Bu konuyu değerlendirir misiniz?
Bediüzzaman kendine has yeni bir hizmet metodu geliştirmiştir, aslında ‘sahabe metodu’ da diyebileceğimiz bu hizmet metodunun ana unsurlarını şöyle sıralayabiliriz;
a-Bediüzzaman, şunu çok açık bir şekilde söyleyebiliriz ki; hiçbir takipçisine zarar vermeden, hatta hiçbirinin burnu bile kanamayacak şekilde, dünya çapında bir hizmet hareketi geliştirmiştir.
b-Bunun sırrı, sadece Allah için çalışmış; kimseden bir şey istememiş; şahsını değil, Kur’an tefsirini öne çıkarmış; şeyh-mürid ilişkisi yerine hiyerarşinin olmadığı, herkesin eşit olduğu, meşveretle yani herşeyin emirle değil, konuşarak, tartışarak karara bağlanması ve birlikte alınan bu kararların uygulanması ile çoğulculuğu esas alan bir anlayışla hareket edilmiştir.
c-Klasik medrese eğitimi ile azru edilen nisbettedine hizmet edilemediğini de gördüğü için; aslında her ilmin kişiyi Yaratıcının varlığına götürdüğünü, dolayısıyla bu ilimlerin özlerinin Allah tarafından kâinatta konulan birer kanun olduğunu ve bunları öğrenmeye gayret etmeninde ibadet olduğunu, bunları düşünmenin tefekkür olduğunu ifade ederek aslında din ilimleri ile fen ilimlerini bir anlamda barıştırmıştır. İslam ile bilim-teknoloji arasına giren ikiliği kaldırmıştır. Bu bile başlı başına bir devrimdir.
Bediüzzaman, eğitim ile bir toplumu dönüştürmek istedi
Bediüzzaman’ın şahsi itibari ve eserlerine yansıttığıyla birlikte öne çıkan gayretlerinden biride, eğitime çok önem vermiş olmasıdır. Bu hususiyetiyle neyi amaçlamaktadır, bu konuyu biraz açarak değerlendirir misiniz?
Bediüzzaman’ın“gaye-i hayalim” dediği bir üniversite kurma fikri vardır. Özellikle Doğu vilayetlerinde bu düşüncesinin gerçekleşmesini istemiştir. Bu eğitim modelini, aslında yine ömrü boyunca savunduğu; Müslümanlar’ın birlik olarak yaşadıkları ittihad-ı İslam hedefini de gerçekleştirmek için bir ön kapı olarak görmekteydi. Zira cehalet, ihtilafı; ilimde ittifakı netice verir. Bediüzzaman metodu ile din ilimleri-fen ilimleri birbiri içinde erimiş bir halde anlatılacak; öğrenci fen ilimlerini öğrenirken Yaratıcının varlığını ve sanatını, kâinattaki faaliyetlerini de öğrenmiş olacak. Din ilimlerini öğrenecek kişide, dinin fenlere aykırı olmadığını bilfiil görecek; akla aykırı gibi görünen konuların, bilgisizliğimizden ve yanlış yorumlardan kaynaklandığını öğrenmiş olacak. Hasılı; din ilimleri ve fen ilimlerinin barışık yaşadığı, bu anlamda öğrencilerinde birbirlerini suçlamadan ve tekfir etmeden birbirlerine ve öğrendiklerine saygı göstererek yaşadıkları bir alanı Bediüzzaman göstermiştir. Aslında Bediüzzaman, eğitim ile bir toplumu dönüştürmek istedi; yozlaşmış bir toplumun, eğitim ve eğitim sonucu oluşacak kültür ile bir değişime yönelmesiyle; üniversitenin oluşturacağı kültürel birikim ile bütün Müslümanların birliğini sağlamaya çalışmıştır.
YARIN: DOÇ.DR. MUAMMER GÜRBÜZ