25 Haziran 2014, Çarşamba
İstidrac gurura düşmektir. Nitekim “istidrac, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki—Karun gibi—‘Ben bunu bilgimle ve çalışmamla kazandım.’ (Kasas Sûresi, 28: 78.) demeye başlar.” (Mesnevî-i Nuriye, 359.)
İstidrac lügat anlamı derece derece yükselmek demektir. Seyid Şerif Cürcani “Tarifat” isimli kavram lügatinde “İman ve salih amel sahibi olmayan birisinde görülen harika haller ve fevkalâde başarılara istidrac denir.” demiştir. Cenâb-ı Hak insanları imtihan etmek için bu imtihan dünyasında zaman zaman istidraclı liderler çıkarır ve onları, onlar eliyle de insanları imtihan eder. Bu imtihanda imanlı ile imansız, sabırlı ile aceleci, sebat edenle etmeyen, kahraman ile korkak, âlimle cahil, akıllı ile akılsızlar seçilir ve birbirinden ayrılır. Sonra herkes ameline göre ceza veya mükâfat görür.
Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Beşinci Söz’de “İ’caz-ı Kur’ân Risalesi”nde “Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” (Tûr Sûresi, 52: 42.) mealindeki âyetin tefsirinde “Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münâfıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidâyetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir [sihir yapan] deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desîselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyâde gayret et. Çünkü, onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler. Ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri, muvakkattır ve istidrâcdır, bir mekr-i İlâhîdir.” (Sözler, 2011, s. 627.) demektedir.
Cenâb-ı Allah Firavun ve Nemrud’a saltanat, Karun’a da mal ve mülk vermişti ve insanlar onlara gıpta ile bakıyorlardı. Allah insanları uyardı: “Kendilerini imtihan etmek için nasip ettiğimiz dünyanın gösterişine gözünü dikme. Rabbinin helâl rızkı ve ahiretteki nimetleri daha hayırlı ve daha süreklidir.” (Taha Sûresi, 20: 131.)
Yüce Allah Firavun’a saltanat vermişti. Onu yoldan çıkaran ise bilgili ve becerikli veziri Haman idi. Yine onun zamanında ticaretle çok büyük servete sahip olan Benîisrailden Karun adında bir zengin vardı. Allah, Musa’yı (as) “mu’cizelerle ve apaçık delillerle Firavun’a, Haman’a ve Karun’a gönderdi de, onlar, ‘Bu çok yalancı bir büyücüdür’ dediler.” (Mü’min Sûresi, 40:24) ve risaletini inkar ettiler. Ancak Karun, İsrailoğullarından olduğu için ve ticaretine zarar gelmesin diye inanmış göründü.
Musa (as) Karun’a nasihat etti ve “Allah’ın verdiği bu nimetleri O’ndan bil ve şımarma! Allah’ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu ara, dünyadaki ahirete ait nasibini unutma! Allah sana nasıl ihsan ve ikramda bulundu ise, sen de öylece insanlara iyilik ve ihsanda bulun. Sakın bozgunculuk yapma! Allah bozguncuları sevmez.” dedi.
Karun ise “Bu servet benim, kendi bilgim ve çalışmamla kazandım!” dedi. Ama o daha önce helâk olan kavimleri unutmuştu. Derken bütün debdebesi ve haşmeti ile kavminin önüne çıktı da dünya hayatını arzu edenler “Keşke! Karun’a verilenlerin benzeri bize de verilmiş olsaydı!” dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise onlara “Yazık size! İman edip salih amel işleyenlere Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler.
Karun daha ileri gidince Biz de onu ve sarayını yerin dibine geçirdik. Artık Allah’tan başka kendisine yardım edecek kimsesi kalmamıştı. Onun durumuna imrenenler bu defa “Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip dilediğini daraltıyormuş! Allah bize lütfu ile muamele etmemiş olsaydı, biz de yerin dibine geçenlerden olurduk. Demek ki nankörler iflâh olmuyormuş!” dediler. (Kasas Sûresi, 28:76-82.)
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de “İnsanlar inkârcı tek bir millet haline gelecek olmasa, inkârcıların evlerinin tavanlarını ve merdivenlerini, kapılarını ve oturdukları koltuklarını gümüşten yapardık. Onları altın ziynetlere boğardık. Fakat bunların hepsi dünya hayatının gelip geçici menfaatlerinden ibarettir. Ahiret ise Rabbinin katında ancak takvâ sahipleri içindir. Kim Rahman’ın zikrine, Kur’ân’a karşı körlük ederse, biz de ona şeytanı musallat ederiz, şeytanlar onu doğru yoldan çıkarır, o ise kendisini doğru yolda sanır. ” (Zuhruf Sûresi, 43: 33-37.) buyurur.
Bütün bunlar istidracdır.
***
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen “Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına yola gelmelerini emrederiz, ama onlar orada kötülük işler ve fesat çıkarırlar. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.” (İsra Sûresi, 17:16.) buyurur.
Allah kişilerin hatasından dolayı toplumu helâk etmez; ancak toplumda bulunan âlimler ve iyiler “emr-i ma’rufu” yapmaz, “nehy-i ani’l-münkerde” bulunmazlar ve kötülüğe engel olmaya çalışmazlar da zalimlerin ve fasıkların fıskına ve zulmüne ses çıkarmayarak veya destek olarak ve savunarak ortak olurlarsa, fitne umumî olur ve Allah onların hepsine belâ ve musîbet verir.
Nitekim Rabbimiz “Fasıklardan ve zalimlerden başkasını helâk etmez.” (En’am Sûresi, 6:47; Ahkaf Sûresi, 46:35.) Helâkin sebebi günah, fısk ve zulümdür. Peygamberimiz (asm) “Allahu Teâlâ’nın bir kula, günah işlemesine rağmen, dünyada sevdiği şeyleri ihsan ettiğini görürseniz bilin ki o istidracdır’ buyurdu ve şu âyeti okudu: ‘Kendilerine ihtar ettiğimiz âyetlerimizi unuttukları zaman önce üzerlerine nimetlerimizin kapılarını açarız, sonra kendilerine verdiğimiz nimetlerle şımardıkları zaman onları ansızın yakalarız ve ümitlerini kaybeder ve şaşkına dönerler.” (En’am Sûresi, 6:44; Ahmed b. Hanbel, 4: 145.)
***
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri istidracı “fenalıkta muvaffakıyet” şeklinde açıklar. “Fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek” isterler. Gerçekte “onlar nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri muvakkattır ve istidracdır ve mekr-i İlâhidir.” (Sözler, 627.)
İstidrac gurura düşmektir. Nitekim “istidrac, gaflet içinde iken eşyay-ı gaybiyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki—Karun gibi—‘Ben bunu bilgimle ve çalışmamla kazandım.’ (Kasas Sûresi, 28: 78.) demeye başlar.” (Mesnevî-i Nuriye, 359.)
Kâfirlerin ve ehl-i gafletin dünyada muvaffakıyeti, refah içinde yaşamaları, kendilerine mühlet ve fırsat verilmesi onlar hakkında hayır değildir. Nitekim Cenâb-ı Allah “İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Âl-i İmran Sûresi, 3: 178.) buyurarak onları ikaz eder.
Allah’ın zalimlere mühlet vermesi onları ihmal etmesinden değildir. Bilâkis yaptıkları zulümle kendi azaplarını arttırırken mazlûm ve masumların sabır ve sebatları ile sevabını ve faziletini arttırırlar. Sonunda gayretullaha dokunur ve ansızın yakalanır ve bir daha geri dönüşleri mümkün olmaz. Bu da Allah’ın onları imtihan etmesinden kaynaklanır. Bu sebeple “Allah imhal eder (mühlet verir); ama ihmal etmez!” denilmiştir.
İslâm âlimleri “Yüce Allah bir toplumu cezalandıracağı zaman akıllarını başlarından alır ve kendi elleriyle iş işletir; sonra akıllarını onlara verir de pişman olur dururlar” demişlerdir. Musa (as) Yahudilerin kendisine ihanet etmeleri ve buzağı yaparak ona tapınmaları üzerine “İçimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin?” (Araf Sûresi, 7: 155.) diye Allah’a duâ etmiştir.
Okunma Sayısı: 10221
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.